Kadına Şiddet: Vahşetin Diğer Adı!
3 kadın 3 korkunç olay! Kadına şiddet hız kesmiyor. (Habertürk/06.08.2012)
11 çocuk annesini eşi çekiçle öldürdü. (Milliyet/09.04.2014)
Konya’da erkek terörü! (Cumhuriyet/07.09.2017)
Diyarbakır’da acil destek hattına 97 kadın başvurdu. (Hürriyet/07.09.2017)
Sevgilisi ile yakalanan adam hamile karısını dövdü. (Sabah/29.11.2017))
Sevgililer Günü’nde kadında şiddet. (Posta/15.02.2018)
Kadına şiddet kameralarda: Önce omuz attı sonra yumrukladı. (Sözcü/30.09.2017)
Türkiye’nin önde gelen gazetelerinden alıntı olan bu manşet ve haber başlıkları ne kadar tanıdık değil mi? Günlük yaşantımızın bir parçasıymışçasına sıradanlaşmış haberlerle karşımıza çıkan şiddet gerçekten de artık hiçbirimize yabancı değil. Kadına karşı şiddet medya aracılığıyla sıkça gündeme gelse de konuya dair farkındalığımız sadece bu yolla oluşmuyor. Kadınlara yönelik şiddetin gün geçtikçe arttığı Türkiye’de yaşayan bir kadın olarak şiddeti şahsen yaşayabiliyor ya da bizzat şahit oluyoruz. Yapılan bilimsel araştırmaların sonucuna göre ülkemizde yaklaşık üç kadından biri eşinden şiddet görüyor. Kadına yönelik şiddet sadece Türkiye’ye ait bir sorun olmayıp, yaş, meslek, gelir ve eğitim düzeyi farkı gözetmeksizin farklı kültürlere sahip tüm dünya kadınlarının maruz kaldığı toplumsal bir olgu. Nitekim kadınlar şiddeti gerek toplumsal alanda (işyerleri) gerekse aile içerisinde dayak, cinsel taciz, tecavüz, aşağılanma, tehdit edilme gibi farklı şekillerde yaşamaktadırlar.
Şiddetin tanımı:
Saldırganlığın (aggression, agresyon) bir türevi olan şiddetin tek başına ele alınması 19.cu yüzyıla denk geliyor. Öncelerinde bir sosyal problem olarak ele alınan kadına yönelik şiddetin dünya üzerinde bir şiddet türü olarak adının konması ise 1970’lerde olmuştur. Şiddete ilişkin en kapsamlı, en evsaflı, interdisipliner tanım Yves Michaud’a aittir. “Bir karşılıklı ilişkiler ortamında taraflardan biri veya birkaçı doğrudan veya dolaylı, toplu veya dağınık olarak diğerlerinin bir veya birkaçının bedensel bütünlüğüne veya törel (ahlaki/moral/manevi) bütünlüğüne veya mallarına veya simgesel ve sembolik-kültürel değerlerine, oranı ne olursa olsun zarar verecek şekilde uygulanırsa, orada şiddet vardır.” (Öztürk, 2010)
“Sıradan Şiddet” isimli kitabında Yıldırım (1998) şiddeti şu tanımlamalarla açıklamıştır:
~ Şiddet, fiziksel ya da fiziksel olmayan biçimlerde, fiziksel ve ruhsal acı ve zarar veren saldırgan davranıştır.
~ Steinmetz’e (1986) göre; bir bireyin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelendirilmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziki veya herhangi bir şekildeki davranış ve muamele biçimi şiddettir.
~ Bir kişinin diğerini rıza ve arzusu dışında zor kullanarak kendi iradesine tabi kılması şiddetin bir diğer tanım biçimidir.
~ Yıkıcı, yok edici saldırganlığın bir biçimi olan şiddet; Arıkan’ın (1987) işaret ettiği gibi, kişilere ya da nesnelere çeşitli boyutlarda zarar vermeyi içeren, güçlü, kontrolsüz, aşırı, birdenbire, amaçsız olabilen toplu ya da bireysel görülebilen bir olgudur.
Bu tanımların buluştuğu ortak nokta, şiddete uğrayan kişinin hemen her zaman, kayıtsız şartsız zarar görüyor ya da görecek olmasıdır.
Birleşmiş Milletlerin Kadına Karşı Şiddetin Engellenmesi Bildirisi’nde kadına yönelik şiddet toplumsal (kamusal) ve özel (aile içi) alan şeklinde iki boyutta ele alınmaktadır (Yıldırım, 1998):
Kamusal Alanda:Kadının isteği ve oluru aranmaksızın bedenine ve cinselliğine yönelen her türlü davranış şiddettir. Sarkıntılık, cinsel açıdan rahatsızlık vermek, tecavüz, vurmak, yaralamak, korkutmak, tehdit etmek, malına zarar vermek bu tarz davranışlara örnektir. İş yerinde tecavüz, psikolojik ve sözel şiddet kadınların sıkça maruz kaldıkları şiddet biçimleridir.
Özel Alanda (Aile içi):Kamusal şiddet çoğu zaman göz önünde gerçekleştiği için daha yoğun bir tepki alırken aile içi şiddet “dört duvar” arasında olup bittiği ve özel hayat çerçevesinde değerlendirilerek mahrem bir sorun olarak nitelendirildiği için görmezden geliniyor, inkâr ediliyor hatta kimi yapılandırmalarda doğal olarak bile kabul edilebiliyor. Aile içinde yaşanan şiddetin en yaygın olanı erkekten kadına yönelik olan fiziksel şiddettir. Erkek tarafından sergilenen şiddette ataerkil zihniyetle kadını kontrol altında tutma isteği vardır. Yani erkek kendi güç ve iradesini kabul ettirmek için fiziksel gücü daha az olan kadına karşı iktidarını kurma aracı olarak şiddete başvurur. Aslında bu durum sadece eşle sınırlı değildir. Kadın yetişmekte olduğu küçük yaştan itibaren abiden, erkek kardeşten ve babadan şiddet görmeye başlar.
Şiddetin türleri:
1970’lerden bu yana yapılan şiddet araştırmalarının, eş zamanlı olarak gelişen ve birbirinden etkilenen iki farklı paradigmadan beslendiğini görülmektedir. (Altınay ve Arat, 2008)
- “Aile içi şiddet” paradigması (family violence)
- “Erkek şiddeti” (male violence) analizi üzerine oturan feminist paradigma
“Güvenli”, “sıcak”, “sevgi dolu" gibi tanımlamalarla anılan “aile” aslında toplumun en yoğun şiddet yaşanan kurumlarından birisidir.
Kadına karşı şiddetin işlevi kadınları belirli davranışlara zorlamayı ve bazı alanlardan dışlamayı ya da etkinlik alanlarını sınırlandırmayı amaçlamaktır. Bir nevi ceza amacı güden ve özellikle aile içerisinde erkekten kadına yönelen şiddette kıskançlık en sık sebep olarak gösterilse de kadına uygulanan şiddetin belli bir sebebi yok. Çocuklarla alakalı sorundan ev işlerine, parasal sıkıntıdan karı koca ilişkisine kadar herhangi bir durum şiddet için bahane teşkil edebiliyor. Şiddet denince akla ilk gelen fiziksel şiddet oluyor. Halbuki kadına yönelik şiddetin farklı biçimleri de ne yazık ki son derece yaygın. Bunları beş ayrı grupta incelemek mümkün:
- Fiziksel
- Psikolojik
- Sözel
- Cinsel,
- Ekonomik.
~ Fiziksel şiddet: Dayak, tekmeleme, tokat atma, duvara çarpma, aletle yaralama, ısırma, saç çekme, boğmaya çalışma, bedenine işkence uygulama, eşyaları fırlatma, kırma gibi hareketlerle kadının bedenine yönelik fiziksel zarar verme amaçlı bu şiddet grubunda sonuç ciddi yaralanmalara ve hatta ölüme kadar gidebilmektedir. Fiziksel şiddete uğrayan kadınların büyük bir bölümü cinsel şiddete de maruz kalıyor. Kadınların yarısından çoğu dayaktan sonra zorla cinsel ilişki ve ters ilişki kurmaya zorlanıyor, itiraz ettiklerinde ise tecavüz ediliyorlar. Ülkemizde töre ve namus bahanesiyle işlenen cinayetlerde birçok masum kadın hayatını yitirmiştir. Ve ne yazık ki bu cinayetleri işleyen taraf çoğu zaman öldürülenin babası ya da erkek kardeşinin ta kendisidir.
~ Psikolojik şiddet: Duygusal ihtiyaçların göz ardı edilerek duyguların karşı tarafa baskı uygulayacak biçimde istismar edilmesidir. Tehdit ederek sindirmeye çalışma, küçümseme, aşağılama, korkutma, kadının ve sahip olduğu değerlerin -kimi zaman topluluk içinde dahi- mütemadiyen aşağılanması davranışları görülür. Şiddetin bu kategorisinde fiziksel şiddet yer almasa da mağdur ruhen yoğun zarar görür. Boşanmak isteyen kadının, çocuğu ya da hayatıyla tehdit edilmesi sık görülen duygusal şiddet davranışlarındandır.
~ Sözel şiddet: Genel olarak fiziksel şiddetle bir arada uygulanan sözel şiddet küfür, hakaret, isim takma ve aşağılama davranışlarını içerir. Amaç kadının kendine olan saygısına ve özgüvenine saldırarak onu çaresiz ve savunmasız hissettirerek kendi üstünlüğünü kabul ettirmektir.
~ Cinsel şiddet: Cinsellik tehdit unsuru olarak kullanılır. Aşırı kıskanarak fiziksel şiddete başvurmak, hemen akabinde cinsel beraberlik talebinde bulunmak, güç kullanarak zorla cinsel ilişkide bulunmak, sadist davranışlar, tecavüz ve ensest cinsel şiddete örnek davranışlardır.
~ Ekonomik şiddet: Maddi ihtiyaçlar doğrultusunda kısıtlama uygulayarak karşısındakini kontrol etme amacını güder. Kendi isteklerini dayatmak için ekonomik bağlamda tehditler savurmak, kendine bağımlı kılmak için kadının çalışmasına engel olmak, eğer kadın çalışıyorsa kazandığı parada hak iddia etmek ve hatta parasını elinden almak gibi davranışları içerir.
Türkiye’de “Kadına Şiddet” olgusu ve “Şiddet Gören Kadın” profili
1970’lerde batı ülkelerinde gelişen kadın hareketi ve kadına yönelik şiddete başkaldırının Türkiye’de başlaması 80’li yıllara denk geliyor. Farkındalık toplantıları, sokak gösterileri, dergi ve yayınların yanı sıra bilimsel çalışmalar da bu alanda kendini göstermeye başlıyor. Kadına yönelik şiddet olgusunun ele alındığı bilimsel çalışmalardan biri Altınay ve Arat’ın 2006-2007 yılları arasında yürüttükleri alan çalışmasıdır. Bu çalışma Türkiye’de kadına yönelik şiddet konusunda oldukça faydalı veriler sağlamıştır.
Bu çalışmanın önemli sonuçlarından biri çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddetin, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını iki kat arttırdığı bulgusudur. Aynı şekilde anne, babasından dayak yemiş olan kadınların şiddete maruz kalma olasılığı da iki kat fazladır. Bu olguya “şiddet döngüsü” deniyor. Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az iki misli arttırmakta ve bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Bu bulgu ekonomik gücünü kaybeden erkeklerin ataerkil otoritelerini fiziksel güce başvurarak perçinlemeye çalışmaları olarak yorumlanabilir. Şiddet gören kadının genelde ekonomik olarak eşine bağlı olduğu düşünülse de yapılan araştırmalar meslek sahibi kadınların da şiddete maruz kaldıklarını göstermektedir. Öğrenim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların sayısı azaltmaktadır. Bu rakamlar gerçek oranı yansıtmayabilir, nitekim eğitim düzeyi yüksek kadınlar bu tür bir şiddete maruz kaldıklarını paylaşma konusunda daha ketum olabilirler. Peki, Doğulu kadın daha mı çok eziliyor ya da şiddet görme sıklığı daha mı fazla? Altınay ve Arat’ın araştırma sonuçlarına göre bu açıdan Türkiye’nin Doğu’su ve Orta/Batı’sı arasında kayda değer farklar yok. Doğu bölgelerindeki kadınların %39’u fiziksel şiddete, %14’ü ise cinsel şiddete maruz kaldığını ifade etmiş, bu oranlar Orta/Batı bölgelerinde sırasıyla %33 ve %14 olarak gözlemlenmiştir.
Erkek neden şiddet uygular? “Kadına Şiddet Gösteren Erkek” profili
Şiddetin sebebi ya da şiddet gösteren erkeğin psikolojisine dair farklı görüş ve yaklaşımlar mevcuttur:
Örneğin, Freud, Mc Dougall ve Lorenz’e göre insanlar kendilerini aç, susuz ya da cinsel olarak uyarılmış hissedebildikleri gibi saldırgan da hissedebilmektedirler. Yani bu bilim adamlarına göre şiddetin kaynağı psikolojiktir. Hatta saldırganlık olgusunun temelinde saldırganlık içgüdüsünün yattığını iddia eden Freud saldırganlığı üç ana kısma ayırmıştır:
- Dış saldırılara karşı organizmayı savunma düşüncesine dayalı zalimlik güdüleri,
- Cinsel doyum amacı güden yıkıcılık,
- Yıkım amacı güden yıkıcılık.
Saldırganlığı yıkıcı karakter yapısı olarak tanımlayan Erich Fromm ise bu adlandırmayı “sadistlik” şeklinde dile getirir.
Adler konuya sosyal psikolojik açıdan yaklaşır ve saldırgan bir karakterin sahip olduğu özellikleri şu şekilde sıralar:
- Boş gurur ve hırs
- Kıskançlık
- Haset
- Cimrilik
- Kin
(Öztürk, 2010)
Kadına yönelik şiddet hiçbir sebep olmaksızın sadece keyfi olarak da gerçekleşebiliyor. Yani ne yazık ki sırf “canı istediği” için karısını, sevgilisini, nişanlısını döven erkeklerin varlığından bahsetmemiz mümkün.
Türkiye’de 1980’lerde başlayan kadın hareketinin en önemli temsilcisi Mor Çatı Derneğidir. 1990 yılında açılan “Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı” açıldığı tarihten bu yana eşlerinden şiddet gören kadınlara kucak açmaya devam etmektedir. Kadınlar burada şiddet gördükleri ortamdan uzaklaşıp kendi başlarına ayakta durmaya başlayana kadar psikolojik ve hukuksal danışmanlık alıyorlar. Mor Çatı’ya başvuran kadınların ifadelerinden yola çıkılarak oluşturulan “şiddet gösteren erkek tipi” düşünülenin aksine gayet sıradan ve normal davranan erkekler. Hatta bunların birçoğu kadınlar tarafından “dışarıda melek” şeklinde tanımlanıyor. Kadınların bu melek adamlardan gördükleri şiddeti saklama eğilimlerinin sebeplerinden biri de insanların bu adamlardan şiddet gördüklerine dair kendilerine inanmayacakları oluyor. (Mor Çatı, 1996)
Mor Çatı’ya başvuran kadınların anlatılarından ortaya çıkan “şiddet gösteren erkek profili” ise şu şekilde çıkartılmış:
- Cinsel kıskançlık, fiziksel şiddetin gerekçesi olabilmekte, erkek, kadının başka erkeklerle ilişkisi olduğundan şüphelenmektedir.
- Şiddet uygulayan erkek ev dışı toplumsal yaşamda farklı bir davranış biçimi sergileyebilmekte, hatta toplumsal normlara uygun hal ve tavırlar benimseyebilmektedir.
- Şiddet uygulayan erkekler, zannedilenin aksine “başarısız” ve dünya ile baş edemeyecek karakter özelliklerine sahip değildirler. Başvuruların kocaları arasında “mimar”, “doktor”, “avukat” ve “öğretim görevlisi” gibi başarı düzeyi oldukça yüksek erkekler yer almaktadır.
- Alkolle şiddet arasında doğrudan bir bağlantı yoktur; alkol, şiddetin belirleyicisi olmakla beraber, sadece etkisinin artmasında yol oynayabilir.
- Şiddet uygulayan erkekler psikopat değildirler. Bu erkeklerin bazı karakter bozuklukları olmasına rağmen bu karakter bozukluklarını patolojik ve düzeltilmesi imkânsız bir davranış biçimi olarak görmek mümkün değildir.
Aile içi şiddet üzerine yapılan çalışmalar şiddet uygulayan erkeklerin karakterlerini tahlil etmiştir. Şiddet uygulayan erkekler genellikle “kıskanç”, “sinirli”, “asosyal”, “bağımlı”, “sahiplenici” ve “güvensiz” olarak gözlemlenmiştir. Şiddet sergileyen erkeklerin geçmişlerine bakıldığında kendisinin de şiddete tanık olduğu ve hatta bilhassa maruz kaldığı görülmektedir. Ebeveynlerinden yeterli ilgili görmedikleri çocukluk dönemi tarihçelerinde istismara da sıkça rastlanmaktadır.
Sebebi her ne olursa olsun şiddeti patolojik bir hastalık olarak görmek kadını kurban adamı da cezalandırılacak bir hasta pozisyonuna koyması itibarıyla doğru bir yaklaşım değil. Çünkü şiddet bir hastalık değil. Şiddet göstereni “hasta”, şiddet gören kadını ise “kurban” olarak göstermek durumu sıradanlaştırdığı için şiddeti bu şekilde bir tanımlama yaparak önlemek ya da ortadan kaldırmak asla mümkün değildir!
Şiddet gören kadının psikolojisi:
Bazen yıllarca devam edebilen şiddetin kadınlar üzerindeki psikolojik sonuçları son derece ağır olabiliyor. Aşağıdaki listeye baktığımızda şiddete maruz kalmanın ruhsal bozukluklar skalasında yer alan hemen her rahatsızlığa yol açabildiğini görüyoruz.
- Panik atak
- Yoğun korku
- Kaygı bozukluğu
- Depresyon
- Yeme bozukluğu
- İntihara teşebbüs
- Psikosomatik bozukluğa bağlı bedensel kaygı ve şikayetler
- Suçluluk
- Özgüvenin yok olması
- Uyku bozukluğu
- Cinsel bozukluk
- Dissosiyatif bozukluk (Kendine yabancılaşma)
- İnsanlarla ilişki kuramama
- Travma sonrası stres bozukluğu (Özellikle ırza geçilme vakalarında)
Kadınlar şiddete ilk uğradıkları zaman travmanın ortaya çıkardığı şok reaksiyonuna bağlı olarak yaşadıklarını inkâr yoluna gidebilir ya da kendini “Benim bununla başa çıkma gücüm var.” şeklinde avutabilirler. Ayrıca yaşanan ilk şiddetin akabinde kadınların birçoğu gördükleri şiddeti aşırı sevgi ve buna bağlı kıskançlığa bağlama eğiliminde olup bu davranışın ilerleyen zamanlarda geçeceğini ya da durulacağını düşünüp kabulleniyorlar. Ya da eş ve sevgilinin bu davranışı bir daha tekrarlamayacağına dair verdiği söz ilişkinin devam etmesine sebep oluyor. Bundan dolayıdır ki şiddete maruz kalan meslek sahibi ve eğitimli birçok kadın tüm yaşadıklarına rağmen ilişkisine devam etmeyi seçebilir ve her şey yolundaymış gibi davranır. Ta ki bu şok yerini yüzleşmesi gerekilen acı gerçeğe bırakana kadar.
Özellikle aile içi şiddette kadın son derece çelişkili duygular yaşar. Hem çok kızgın hem de çok üzgündür. Hayal kırıklığı yaşar. Bir taraftan kendini kurtarmak isterken diğer taraftan eşinden ayrılmak istemeyebilir. Zaten bunun için şiddet mağduru birçok kadın bu işkencenin bir gün biteceğine dair hayali bir umut besleyerek evliliğini/beraberliğini sürdürmeye devam eder. Sistematik olarak gördüğü şiddet özgüvenini yok etmiştir. Öyle ki sürekli duyduğu hakaret ve aşağılama sözlerini üzerine bir gömlek gibi giyer ve şiddeti uygulayandan çok kendini suçlamaya başlar: “Ben kabahatliyim.” “Ben beceriksizim.” tarzı cümleler kurmaya başlar. Karşısına çıkacak ekonomik engelleri düşünür ve gelecek korkusu oluşur. Yalnız kalacak olmak, çalışmıyorsa parasız bir şekilde “ortada” kalacak olmak ürkütür. İşte bu noktada sığınma evleri devreye giriyor. Şiddete uğrayan kadınlara kucak açan bu sığınaklar gün geçtikçe çoğalmaktadır.
Bu sığınaklardan en bilineni olan Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı gönüllü danışmanları şiddete maruz kalıp kendilerine sığınan kadınların ruhsal durumlarını şöyle maddelemişler (Mor Çatı, 1996):
- Korku (sokağa yalnız çıkamama, perdeleri açamama, eşten korkma gibi)
- Sessizlik ve çekingenlik
- Uykusuzluk
- Seslere karşı aşırı tepki
- Baş dönmesi, ayakta duramama
- Unutkanlık
- İrkilme, çarpıntı, öfke patlamaları
- Aşırı yorgunluk
- Umutsuzluk
- Kendini suçlama
- Utanç duyma
- Geleceğe yönelik plan yapamama
- Güvensizlik
- Düzgün cümleler kurmakta zorlanma
- Çözümsüzlük
- Yalnızlık hissi
- Konuşurken göz kontağı kuramama
- Ağlama krizleri
- Solgunluk
Şiddet aile içinde bir kısır döngü de oluştur. Eşinden şiddet gördüğü için psikolojisi bozulan kadın hayata karşı çaresiz ve güçsüz hisseder. Engellenemez öfke patlamaları yaşar ve kendisi de çevresine, bilhassa çocuklarına fiziksel ve sözel şiddet uygulayabilir.
Mor Çatı’ya başvuran üç kadından yalnızca biri ailesinden destek görüyor (Mor Çatı, 1996). Kızı dul kalsın istemeyen baba, “Etraf duyarsa ne der!” diyerek kendi de zamanında kocasından dayak yediğini söyleyen anne, “Kocadır, döver de sever de!” zihniyetiyle dayağı meşru görüp yuvasını bozmaması gerektiğini söyleyen anneannenin yanı sıra bir de tehdit eden koca vardır. Evinden kaçıp sığınacak cesarete sahip olanların dışındaki kadınlar ne yazık ki konuşamıyorlar. Çünkü ölüm tehlikesi ya da eşinden dolayı sahip olduğu olanaklarını kaybetme durumları var. Hatta şiddetin sonucu olarak ortaya çıkan kavga(lar) dışarıda yardım için başvurulan kişiler tarafından aile meselesi olarak görüldüğü için duruma müdahale oranı da azalıyor. Bu da şiddeti gören kadının yardım talebi için ciddi bir dezavantaj teşkil ediyor.
Bu tablo çerçevesinde depresyonun meydana gelmesi kaçınılmazdır çünkü şiddete uğrayarak cezalandırıldığını düşünen kadın yaşadığı suçluluk duygusuyla kendini, istek ve düşüncelerini sürekli baskılar. Ölüm bir kurtuluş olarak görüldüğü için şiddet kökenli intihar vakalarına sıkça rastlanır. Şiddet ile mücadelede psikoterapi son derece önemli bir araçtır. Nitekim terapistle yürütülen bu çalışma kişinin yüzleşmek istemediği mevcut durumunu kabul etmesini ve değiştirmek için uygulayabileceği stratejileri belirleyebileceği bir ortam sağlar. Ayrılık kararını almış olanlar için de kaybetmiş oldukları özgüven ve cesareti geri kazanmak, ayrılık sürecinin kendisiyle baş etmek için psikoterapi gereklidir.
Kadına yönelik şiddette medyanın rolü ne olmalıdır?
Kitle iletişim araçlarında şiddet gösteriminin şiddetin yaygınlaşmasında etkili olduğu çeşitli araştırmalar tarafından gösterilmektedir. Şiddet üzerine yapılan iletişim araştırmalarında, izleyen, okuyan, dinleyenlerin şiddet gösteriminden birebir etkilenmiş olmasalar da, şiddet gösterimlerinin şiddet kodlarını yeniden üretip kazandırdığını ve gündelik yaşamdaki gerilim anlarında bu öykülerden öğrenilen davranış biçimlerinin kılavuzluk yaptığı belirlenmektedir. (Yıldırım, 1998)
Şiddet mağduru tüm kadınlarımızın korunması gerekliliği apaçık ortada. Bunun için sadece sığınaklar yeterli değil. Şiddet meydana geldikten sonra atılacak adımlardan ziyade oluşmasını engellemek için tedbirlerin alınması çok daha uzun vadeli ve kesin çözümler üretmek demektir. Kitle iletişim araçlarının toplum içinde yaşayan bireyler üzerindeki kuvvetli etkisini göz önünde bulundurursak bu konuda medyaya çok iş düşüyor diyebiliriz. Sevindirici bir gelişme olarak vurgulamak gerekir ki medyada kadına şiddete dair tartışma ve haber programlarıyla bir farkındalık yaratılmaya başlandığı aşikâr. Şiddet içeren popüler dizi ve filmlere milyonlarca para harcayan yapımcıların bu tür farkındalık yaratan programlara ağırlık vermeleri, gündemdeki dizi ve film senaristlerinin, yönetmenlerinin kadına yönelik şiddet teması taşıyan konu ve sahnelerden uzaklaşmaları, bu tarz dizi ve filmlerde oluşturulan kadın profilinde kadının, erkeğine itaat eden fedakar anne kalıbından çıkartılıp onun yerine çalışan, kendi ayaklarının üzerinde duran, egemen ve özgür bir kadın kimliğine kavuşturulması kadına yönelik şiddetin henüz oluşmadan engellenmesi yolunda atılacak son derece önemli ve faydalı adımlar olacaktır.
Klinik Psikolog Şehnaz Tuna
Kaynakça:
- Altınay, A.G. & Arat, Y. (2008). Türkiye’de kadına yönelik şiddet. İstanbul: Punto.
- Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı. (1996) Evdeki Terör. Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul: Yön.
- Öztürk, E. (2010). Türkiye’de Aile, Şiddet ve Kadın Sığınma Evleri.İstanbul: Birey.
- Yıldırım, A. (1998). Sıradan Şiddet. Kadına ve Çocuğa Yönelik Şiddetin Toplumsal Kaynakları. İstanbul: Boyut.