“Ayna ne tuhaf bir şey! Ve onunla insanın hayal gücü arasında ne kadar mükemmel bir yakınlık var! Çünkü bu odamı aynaya tuttuğumda aynı, ama aynı değil. İçinde bulunduğum odanın gerçek bir sureti değil, ama sanki sevdiğim bir hikâyede onun hakkında okuyormuşum gibi görünüyor. Bütün sıradanlığı kayboldu. Ayna onu gerçekler bölgesinden kaldırarak sanat diyarlarına taşıdı.”
George Mac Donald, Phantastes
Ayna deyince aklımıza ilk gelen yüzümüzü, gözümüzü, boyumuzu, posumuzu görmemizi, görüp de kendimize çeki düzen vermemizi, yansıttığı aksimize bakıp kimi gün çok iyi, kimi gün felaket hissetmemizi sağlayan bir ev eşyasıdır. El aynası, duvar aynası, makyaj aynası, boy aynası, araba aynası, vitrin aynası, asansör aynası, dikiz aynası gibi sayısız çeşidiyle hayatımızdaki yeri son derece sıradan ve alışıldık gözükse de çağlar boyunca kendisine yüklenen sembol ve anlamlara bakarsak aslında o kadar da sıradan olmadığını daha doğrusu olmaması gerektiğini görüyoruz. İki boyutlu düzleminde gördüğü ne var ne yok her şeyi üç boyutuyla yansıtan bu mucizevi nesnenin tam bir tarifini yapmak bir hayli zor. Kaleme aldığı “Ayna Kitabı”nda (2011) aynanın ne olduğu sorusuna verilecek her cevapta tarifin onun eksik anlaşılmasına ya da en azından önemli yönlerinin ihmal edilmesine sebep olacağını düşünen ve bu anlamda zorlanan Yusuf Çetindağ çareyi bu objeyi “şey” diyerek tarif etmekte bulur: “Şey öyle bir şeydir ki hem her şey, hem de hiçbir şeydir. Her şeydir, çünkü bir varlığı vardır ve her şeyi içine alabilir, asla yalan söylemez, olduğu gibi gösterir, herkes onda kendini bulur. Hiçbir şeydir, çünkü içine aldığı şey iğretidir, varlığı kendinden değildir, başka bir şeye bağlıdır, tersinden gösterir, aldatır.”
İnsanoğlu kendisini çevreleyen dünyaya dair bilgiyi beş farklı duyu -görme, duyma, tad alma, koklama ve dokunma- yoluyla alsa da görmenin insanlar için duyma ya da koklamadan daha önemli olduğu çok iyi bilinmektedir (Schnall, 2014). İnsanların kendilerini görmek için kullandıkları bir nesne olan ayna icat edildikten sonra sadece bir eşya olarak kalmamış insanoğlunun sembolleştirdiği ve bazı anlamlar yüklediği ilk nesnelerden biri olmuştur. İslam ve Hristiyan dininde insan kalbinin Tanrı’yı yansıtan bir ayna olduğu gerçeğine inanılır. Sufilere göre ise evren baştan başa aynadır. Aynanın görevi sadece şekli yansıtma değildir. Ruh mükemmel bir ayna olduğu zaman o şeklin bir parçası olur. Ve böylelikle değişim başlar. Bu yüzden yansıtılan nesneyle yansıtan ayna arasında bir ilişki başlar.
Bil ki vech-i Hakka mir’âtdür özün bir hoş gözet
“Men ‘are” sırrındaki maden senün kanundadır
(Ey insan senin özün Hakkın yüzüne aynadır, kıymetini bil.
“Nefsini bilen Rabbini bilir” sırrındaki maden senin kanındadır.)
Niyazi Mısrî
Yansıtma özelliğiyle nesneler arası yansıyan/yansıtılan ilişkisinde rakipsiz bir obje olan aynanın metaforik dilde başrollerden birini oynaması da kaçınılmaz olmuştur. Metafor, insanların soyut kavramları anlamak için kullandıkları, bilişsel yarar sağlayan önemli bir dil aracıdır. Metaforun Gücü (2014) isimli çalışmalarında Landau, Robinson ve Meier “kavramsal metafor”u biri diğerinin yardımı ile anlaşılan, birbirine benzemeyen iki kavramdan oluşan bir olgu olarak tanımlarlar. Anlaşılmaya çalışılan kavram hedef, bu amaç için kullanılan kavram kaynak olarak adlandırılır. Hedefler genel olarak soyut, karmaşık ve anlaşılması zorken kaynaklar daha net, anlaşılır ve şekillendirilmiş deneyimlerdir. Siegelman (1990) metafor yapmanın dilin olduğu kadar bilinçaltının da ana özelliği olduğunu söyler ve bunu yaparken geçmişte yaşadığımız bedensel deneyimlerden yararlandığımızı savunur. Örneğin samimiyet kavramını anlamak zorken sıcaklık kavramını beden ısısı olarak deneyimlemek daha kolay olduğu için bu kelimeler metaforik ikili olarak kullanılabilir. Bu durumda “sıcak bir karşılama" ya da "buz gibi bir bakış” söylemleri çok daha net algılanır. Böylece metafor kullanımı ile, bilinenin tam olarak anlaşılmayanla olan bileşiminden meydana gelen yeni bir gerçeklik yaratılır.
Metafor dilinin birçok konudaki düşünce ve duygularımızı değiştirebilme potansiyeli vardır. Sosyal hedefleri gerçekleştirmek için kullanıldığında sadece bilişsel bir olgu olmaktan çıkar ve bir iletişim aracı haline gelir. Düşüncenin ve iletişimin önemli bir parçası olan metaforu metaforik bir dille anlatmak istesek, “Metafor dili süsleyen bir mücevherdir" son derece yerinde bir tanım olacaktır. Bir benzetme sanatı olarak metafor çoğunlukla gündelik ve edebi dille özdeşleştirilse de felsefedeki yeri en az edebiyat ve günlük kullanımda olduğu kadar mühimdir. Edebiyatta metafor, dili güzelleştirmek için kullanılırken felsefede amaç farklıdır. Eğer konu anlaşılamayan güçlükte ise konuya benzer bir örnek vermek gerekir ki buna metafor denir.
“Metafor (métaphore) kelimesi, iki parçadan meydana gelmiştir: Meta sözü, sonra (yahut) ile gibi mânâlara; fora (phora) sözü de aktarmak (nakletmek) anlamına gelmektedir. Böylece, bir meseleyi başka bir şekilde ifâde etmek sanatına metafor deniliyor: yani tabîî olan bir mana ve mesele, mecâzî olarak dile getiriliyor.” (Keklik, 1990)
Endülüs doğumlu filozof İbn’ül Arabi de ayna metaforunu taklit bilgi ile felsefi bilgi arasındaki farkı anlatırken kullanmıştır. Arabî’nin anlattığına göre, bir ressam ile bir filozof, ismi verilmeyen bir hükümdarın huzurunda marifet (bilgi) yarışmasına giriyorlar. Her ikisi de “Benim bilgim, gerçek bilgidir” iddiasında bulunduğu için, hünerlerini ortaya koyabilme maksadıyla, onlara büyük bir salon ayrılıyor ve bu salon, tam ortasından bir perde ile ikiye bölünüyor. Bir tarafta ressam, duvar üzerinde fevkalade güzel bir tablo yaparken, diğer tarafta da filozof onun tam karşısındaki duvarı cilalamak suretiyle, bir ayna haline getirmeye çalışmaktadır. Onların arasında hakemlik yapacak olan hükümdar, bir müddet sonra geliyor ve evvela ressamın çalıştığı bölmeye giriyor ve bakıyor ki duvar üzerinde çok güzel bir tablo yapılmış. Bu tablo karşısında hayranlığını belirten hükümdar, sonra da filozofun çalıştığı bölmeye giriyor ve bakıyor ki duvar bir ayna haline getirilmiş, hepsi o kadar. Tabiatıyla bunu anlamıyor ve şaşıyor, sebebini soruyor. O zaman filozof diyor ki, “Aramızı ayıran şu perde açılsın da ne olacağını hep birlikte görelim.” Böylece perde açılıyor ve görülüyor ki ressam tarafından karşı duvara yapılmış olan tablo, bizzat filozof tarafından cilalanmak suretiyle ayna haline getirilen duvar üzerine yansımaktadır. Bunun üzerine filozof diyor ki:
“İşte bu böyle bir misaldir ki, ressamın gerçek değil ancak taklitten ibaret bir marifet (bilgi) sahibi olduğunu göstermektedir. Şayet taklit bir marifet (bilgi) olsaydı, bunu en iyi başaracak olan, ayna olurdu. Gerçekte ise bir insan, şayet kendi ruh ve zekasını (bir ayna GİBİ) parlatıp temizleyecek olursa, kâinatın bütün nesneleri onun üzerinde aks edebilecektir. İşte, filozofların yaptığı iş budur.” (Keklik, 1990)
İnsanoğlunun kendini görmek için kullandığı ilk ayna sudur. Suyun tıpkı bir ayna kadar kuvvetli olan yansıtma özelliği, Yunan mitolojisinde Narkissos’un hikayesinde şöyle anlatılır:
Dağ perisi Ekho’nun aşkına karşılık vermeyen Narkissos Tanrılar tarafından cezalandırılır. Cezası sonucu su içmek içtiği için gittiği gölette kendi yansımasını gören Narkissos gördüğü suretine âşık olur ve görüntüsünün olduğu kaynağa düşerek boğulur. Narkissos’un suda kendini gördüğü anla Fransız psikanalist Jacques Lacan’ın “ayna evresi” teorisinde bebeğin kendini aynada gördüğü an birbirine benzer. Lacan’ın teorisine göre 6 ile 18 ay arasındaki çocuk kendisini aynada bütünsel bir imge olarak tanımaya başlar ve kendini aynadaki görüntüsüyle özdeşleştirir. Bu imgesel evre dilden önce gelir. Dilin devreye girmesiyle nesneler isim bulur ve bebek bu aşamada kendisinin evrenden ayrı olduğunu anlamaya başlar ve zorlanır. Ayna evresinde edinilen bütünlük yanılsama bütünlüğüdür ve bu narsisistik egoyu doğurur. Parçalanma korkusundan bir türlü kurtulamayan narsisist ego aynalanma ihtiyacı duyar.
Aynayı yaşamda bu denli vazgeçilmez kılan, bir şeyi bilmekle o şeyi görmek arasındaki farkta yatar nitekim gerçeği bilmek için onu görmek çok önemlidir. Ayna metaforu psikoterapi de -özellikle psikanalizde- önemli yer tutar. Psikanalizin önderi Freud analisti aynaya benzetir. “Doktor hastalarına karşı şeffaf olmalıdır ve tıpkı bir ayna gibi onlara kendisine gösterilenden başka hiçbir şeyi göstermemelidir.” (Freud’dan aktaran Shengold, 1974) Ayna aklın, dolayısıyla yapısının ve fonksiyonlarının -örn., normal ve patolojik bölünmeler, gerçeklik sınaması, savunma mekanizmaları (özellikle yansıtma, içe yansıtma, inkar, tersine çevirme) metaforudur. Benlik ve nesne aynada sunulabildiklerine göre, çatışmaların birçoğu da burada harekete geçebilir. Tüm ruhsal tehlikelerin (ego dağılması, ayrılık ve sevilenin kaybı, kastrasyon, suçluluk) yanısıra bunları etkisizleştirme amacını güden belirli güvenceler ayna görevleri ve fantezilerini harekete geçirir. (Shengold, 74)
"Aynaya bakarken nasıl görünüşünü seyrediyorsa insan kendi düşüncesinin içine bakarak da özünü seyredebilirdi."
Orhan Pamuk/Beyaz Kale
Nesneler arası ilişkinin ayna metaforu yoluyla verildiği önemli eserlerden biri Orhan Pamuk’un Beyaz Kale (2006) romanıdır. Efendi/köle dönüşümü üzerinden Doğu ile Batı’nın, bilinç ile bilinçaltının uzlaşmasının anlatıldığı bu eserde ayna mühim bir metafordur. Buradaki ayna metaforunda öne çıkan benlik ve diğeri ayrımı/bütünleşmesi, psikanalitik kuramın mihenk taşı olan gelişim aşamalarındaki anne-çocuk yüzleşmesi sonucu ortaya çıkan birleşme/bireyselleşme süreçlerini de andırmaktadır. Hikâye Türk korsanları tarafından tutsak edilen Venedikli köle ile onu satın alan hocanın birbirlerine olan fiziksel benzerlikleriyle başlayan süreci takip eden benlik değişimi algıları ve zaman içerisinde birbirlerine dönüşümleri etrafında gelişir. Pamuk, efendi ve kölenin karşılıklı yaşadıkları bu dönüşüm/yer değişim sancısını/korkusunu aşağıdaki sahnede ayna metaforu üzerinden anlatmıştır:
“Parmaklarıyla ensemi iki yanından sıkıştırdı, beni çekti. ‘Gel birlikte aynaya bakalım.’ Baktım ve lambanın çiğ ışığı altında, bir daha gördüm ne kadar çok benzeştiğimizi. Sadık Paşa’nın kapısında beklerken onu ilk gördüğümde de bu duyguya kapılmıştım, hatırladım. O zaman, olmam gereken birini görmüştüm; şimdiyse, onun da benim gibi biri olması gerektiğini düşünüyordum. İkimiz birmişiz. Şimdi bu bana çok açık bir gerçekmiş gibi geliyordu. Elim kolum bağlanmış, tutulup kalmıştım sanki. Kurtulmak için bir hareket yaptım, sanki benim, ben olduğumu anlamak için: Aceleyle elimi saçlarımın içinde gezdirdim. Ama, o da yapıyordu aynı şeyi, üstelik ustalıkla, aynanın içindeki simetriyi hiç bozmadan. Bakışımı da taklit ediyordu, kafamın duruşunu, aynada görmeye katlanamadığım, ama korkunun merakıyla gözümü alamadığım dehşetimi de tekrarlıyordu: Arkadaşının sözlerini ve hareketlerini taklit ederek onu sinirlendiren bir çocuk gibi neşelendi sonra. Bağırdı! Birlikte ölecekmişiz. Ne saçma, diye düşündüm. Ama korktum da. Onunla geçirdiğim gecelerin en korkuncuydu.”
Kırılarak kendisinden kopan en ufak bir parçasının bile bütünüyle aynı işlevi gösterebildiği belki de tek nesnedir ayna. İnsanoğlunun dünyaya gözünü açtığında ilk olarak annesinin gözünde gördüğü, dünyadan gidişinin ise ağzına tutulacak bir parçası ile onaylanacağı sadık bir dost…
Şimdi siz bu yazıyı bitirdikten sonra karşınıza gelen ilk aynaya şöyle bir göz kırpıverin ve azıcık da gülümseyin. Görün bakın o da hemen karşılık verecek size. Ne de olsa bir ömürlük dostsunuz!
KAYNAKÇA:
- Çetindağ, Y. (2011). Ayna Kitabı (2. Baskı). İstanbul: Kitabevi.
- Keklik, N. (1990) Felsefede Metafor. Felsefe Problemleri’nin Metafor Yoluyla Açıklanması. İstanbul: Edebiyat Fakültesi.
- Landau, M. J., Robinson, M. D. & Meier, B. P. (2014). The Power of Metaphor. Examining Its Influence on Social Life. Washington DC: American Psychological Association.
- Mac Donald, G. 1874. Phantastes. A Faerie Romance. London: Daldy, Isbister & Co.
- Pamuk, O. (2006). Beyaz Kale (32. Baskı). İstanbul: İletişim.
- Schnall, S. (2014). Are There Basic Metaphors? Mark J. Landau, Micahel D. Robinson & Brian P. Meier (Ed.), The Power of Metaphor. Examining Its Influence on Social Life içinde (s. 225-249). Washington DC: American Psychological Association.
- Shengold, L. (1974). The Metaphor of the Mirror. Journal of the American Psychoanalytic Association, 22: 97-115. Psychoanalytic Electronic Publishing. http://www.sakkyndig.com/psykologi/artvit/shengold1974.pdf
- Siegelman, E.S. (1990). Metaphor & Meaning in Psychotherapy. Newyork: Guilford.