İçinden geçmekte olduğumuz bu dönem sıradan bir zaman dilimini değil taşıması son derece ağır yüklerin omuzlarımıza yüklendiği, bireysel ve toplumsal tükenmişliğin had safhada olduğu bir süreci tanımlıyor. Daha önce zihinsel ve bedensel anlamda hiç bu kadar yorgun, duygusal anlamda bu denli kırılgan, etik anlamda ise bu kadar karmaşık olmamıştık. Artık yalnızca bireysel sorunlar değil genel bir çözümsüzlük etrafımızı sarmış durumda. Küresel ve yerel düzeyde artan belirsizlikler, ekonomik dalgalanmalar, doğal felaketler ve sosyal kutuplaşmalar yeryüzünün farklı köşelerinde farklı biçimlerde karşımıza çıksa da hepimizin ortak bir duygusu var: Bitkinlik…
Zihinlerimiz artık dünyanın gündemine yetişemiyor. Dün konuştuğumuz bir felaketin yarası kapanmadan bir yenisi ile karşı karşıya kalıyoruz. Bir sabah kıtlıktan bahsederken başka bir sabah ormanlar yanıyor, başka bir yerde masum bir can katlediliyor ve bir mezara saldırılıyor. Bilginin kaynağının her zaman güvenilir olmadığı bir çağdayız, dolayısıyla artık neyin gerçek neyin kurgu olduğunu ayırt etmek bile zihinsel bir mesai gerektiriyor.
Böylesine yoğun ve baş etmesi güç krizlerin var olduğu bir ortamda yaşarken ruh sağlığının kişisel bir mesele olduğu varsayımı da geçerliliğini yitiriyor. Çünkü tükenmişlik artık kişisel bir özellik değil içinde bulunduğumuz zamanın ruhu haline geldi adeta. Sinir sistemimiz sürekli tetik halinde olduğu için beynimiz “tehlike geçti” sinyalini bir türlü alamıyor. Bu durumda bedenlerimiz sürekli stres hormonu salgılıyor. Bu durum birkaç gün ya da hafta değil bazen yıllarca bile sürebiliyor. Aşırı salgılanması halinde “kortizol” yani stres hormonunun beden, ruh ve hatta bilişsel sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri bir hayli fazla:
- Uyku bozuklukları
- Duygusal donukluk ya da taşkınlık
- Sabırsızlık ya da tahammülsüzlük
- Yoğun yalnızlık hissi
- Anlamsızlık ve varoluşsal sorgulamalar
- Gelecek kaygısı
Peki böyle bir dönemden geçerken ruhsal dayanıklılığımızı arttırmak için neler yapabiliriz?
Maruz kaldığımız gerçekleri süzgeçten geçirmek: Günümüzde hemen her bilgiye ulaşabiliyoruz ama bunlara sürekli maruz kalmak zorunda değiliz. Ruh sağlığımızı muhafaza edebilmek için dijital dünyayla kurduğumuz ilişkiyi gözden geçirmemiz gerekir. Haber izleme sürelerini sınırlandırmak ve bilinçli medya kullanımı fark yaratacaktır.
Duygulara ışık tutmak: Utanç, öfke, korku ya da umutsuzluk gibi olumsuz duygular bastırıldıkça büyürler. Toplumsal yorgunluk karşısında en çok ihtiyaç duyacağımız şey duygularımıza alan açmak olacaktır. İyileşmenin yolu hissedebilmekten geçer.
Dayanışma ağları kurmak: Büyük resmi değiştiremeyiz ama küçük topluluklar, dayanışma grupları, dostluklar insan ruhuna tutunma gücü verir. Yüklerimiz ancak birlikte taşıyınca hafifler.
Rutin yaratmak: Kısacık bir yürüyüş, bir fincan kahve, bir günlüğün sayfasına yazılacak iki üç cümle gibi gündelik küçük eylemler kulağa basit gelebilir ama kriz çağında düzen kurmak bir direniş biçimi olarak kurtarıcımız olabilir.
Yardım almaktan çekinmemek: Terapi, psikiyatri ya da grup terapileri… Hiçbiri zayıf insanlar için olmayıp bu çağda yaşayan herkesin ihtiyacı olan araçlardır. Ruh sağlığımızı korumak bize tanınan bir ayrıcalık değil hakkımızdır!
Toplumsal yorgunlukla baş etmek için bireysel dayanıklılığımızı artırmak kadar birlikte dinlenmeyi de öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü insan yalnızca direnerek değil bazen de sadece susarak ya da yas tutarak da iyileşebilir. Belki de bu çağın en güçlü eylemi kırılganlığımızla kalabilmeyi öğrenmektir. Kırılganlığımızı saklamaya çalışmak yerine onu kabul etmek ve paylaşmak bizi daha insan kılar. Gerçek güç, zayıflıklarımızı inkâr etmekte değil onlarla yüzleşip onları anlamakta yatar. Bu zorlu zamanlarda duygularımızı bastırmak yerine onları ifade etmek ve paylaşmak hem kendimize hem de çevremize şifa olacaktır. Ve belki de gerçek gücümüz işte tam da burada, kırılganlıklarımızda saklıdır.
Kl. Psk. Şehnaz Tuna
24 Mayıs 2025