Çevresinde olan biteni anlamaya ve “garip” olanı “aşina” olanı kullanarak anlamlandırmaya çabalayan insanoğlu kültür seviyesi ne olursa olsun dedikodunun oluşumu ve devamında rol oynamış, bilişsel ve iletişimsel bir aktivite olan dedikodu da tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde var olmuştur. Olağan dışı herhangi bir olay -alışılmamış, kuraldışı ya da bilinmedik herhangi bir şey- hayatın rutinini ihlal eder ve dedikoduya yol açar. Dedikodunun var olması için iki temel koşulun sağlanması gerekir. Bunlardan ilki hikâyenin temasının anlatıcı ve dinleyici için önem arz etmesi, diğeriyse gerçek olgunun belirsizlikle örtülenmiş olmasıdır. Bireyin hayatında önem arz eden olaylar hakkında bilgi kıtlığı ya da belirsizlik olması halinde dedikodu çok daha hızlı yayılır. Güvenilir bir standartta kanıtın yokluğunda dedikodu (söylenti), insandan insana genellikle ağızdan ağıza aktarılan bir olgu olsa da günümüzde artık dergiler ve gazetelerde bu tarz haberleri fazlasıyla okuyoruz. Hatta yazılı basının yerini dijitale bırakmaya başladığı bu dönemde ayakta kalmayı becerebilen matbuat dergilerin arasında sadece olaylar ve kişilerin dedikodusu üzerinden tiraj yapanların sayısının oldukça fazla olduğunu söylemek mümkün. 

Dedikodu genelde bir önyargı belirtir ve kurbanları çoğunlukla günah keçileridir. (Neubauer, 1999) Dedikodunun tarihte bilinen en eski kurbanlarından biri Romalı şair Vergilius’un Aeneas destanı kahramanlarından Kartaca kraliçesi Alissa’dır (Dido). Aeneas ve Dido’nun hikayesinde hazin bir aşk intiharına şahit oluruz. Troya’dan kaçan Aeneas’ın yolu Kartaca’ya düşer. Kentin kraliçesi Dido bu yakışıklı gence vurulur. Kraliçenin güzelliği ve becerilerini kıskanan tanrıça Afrodit önce Dido’nun bu gence aşık olması için aşk kıvılcımları salar. Gerçekten de kraliçe törelere aykırı bir şekilde bu yabancı delikanlıya her şeyiyle bağlanır. Günün birinde Aeneas ve Dido gözlerden uzak bir mağarada sevişirler. Bunu gören Afrodit “dedikodu tanrıçası Fama” aracılığıyla bu aşk öyküsünü tüm dünyaya yayar. Afrodit’in amacı Dido’nun namını lekelemektir. Bunun üzerine tanrılar Aeneas’a oradan ayrılmasını ve Roma’da krallık kurması gerektiğini hatırlatırlar. Tanrılara boyun eğmek zorunda kalan Aeneas ülkeden kaçmanın yollarını arar. Ve, bir gün tüm isteksizliğine rağmen Troya’lı yoldaşlarıyla beraber İtalya’ya doğru yelkenlerini açar. Sevgilisinin gemisi yelkenlerini açtığı anda kendini hançerleyen kraliçe yitip giden aşkı ve namusu uğruna ölümü seçmiştir. (evrensel.net, 2010) Bu destanda bahsi geçen Fama halkın sesini ve dedikoduyu simgeleyen bir Roma tanrıçasıdır. Vergilius’un destanında yarattığı “simgesel bir varlıktır; Yer tanrı tarafından dünyaya getirilmiştir. Birçok ağzı ve gözü olan Fama büyük bir hızla yer değiştirebiliyordu. Romalı şair Ovid ise, Fama’nın portresini daha da ayrıntılandırarak çizmişti: “Evrenin ortasında en küçük sesin dahi sızabildiği tunçtan sarayda oturuyordu. Saray her zaman açıktı ve buraya ulaşan sesleri daha yüksek ve yaygın bir perdeden geri yolluyordu.” Fama Saflık, Yanılgı, Yapmacıklık, Sevinç, Korku, İsyan ve Dedikodu ile birlikte yaşadığı sarayından bütün dünyayı denetliyordu. (Günseren, 2009) Fama’nın kanatları vardır, bedeni tüyler, kulaklar, diller, konuşan ağızlar ve sivri kulaklarla kaplıdır. Doğruluk ya da netlik onun için önemli değildir, dedikoduları yayarken duyduğu haz ve şehvet onun kötü doğasını teşkil eder. Ovid’in Metamorfozlar eserinde kaleme aldığı dedikodu tanrıçası Fama’nın evinin (House of Fama) betimlemesinde dedikodunun son derece süratli ve sanki kanatları varmışçasına sürekli hareket halinde olduğu izlenimi vardır. Sadece evin bulunduğu konum bile dedikodunun şiddet ve boyutunu ispat etmeye yeterlidir, optik ve akustik açıdan mesafe tanımaz. Bu yüzden her şeyin ve her yerin üzerinde yer alır. (Neubauer, 1999)

“Mahrem aşkın en civcivli anında, Güney Afrika’nın cenneti andıran kırsalındaki muhteşem vadi ve tepelerinden içeri bir canavar girer. Bu Fama’dır, emsalsiz ve acımasız bir canavar, dedikodunun tanrıçası.”
Hans-Joachim Neubauer

Fama kelimesi Latince’de şöhret (fame), halk efkarı, repütasyon, boş konuşma ve dedikodu gibi çok fazla anlam taşır. Goltzius’un “Fama and Historia" (1586) tablosundaki Fama’nın her iki elinde tuttuğu trompetler iyi ve kötü repütasyonun geleneksel sembolleridir: “fama buona” ve “fama mala”. İki keskin tarafa sahip bu kelime haber anlamında bilgi manasını taşırken aynı anda bu bilgiden ötürü ortaya çıkan kişinin imajını da yansıtır. Dido ve Aeneas, her ikisi de iyi birer famaya, kendilerinin önüne geçen iyi isimlere sahiptiler ve bu yüzden birbirlerine iyice bağlandılar. Tutku dolu aşkının yanısıra, adı ve iyi repütasyonu onuruna -ki bu bir kraliçe için her şey demekti- Dido en sonunda kendi ölümüne gitmiştir. 

Sıradan sosyal iletişimin büyük bir kısmı söylentiden (dedikodu) oluşur. Sosyal bir olgudur çünkü oluşumu ve devamının sağlanmasında kesinlikle birden fazla insanın varlığı gereklidir. Bir iletişim modeli olarak sürekli yapılandırılan dedikodu bu iletişimin kesilmesi halinde direkt olarak yok olur.  Shibutani (1966) dedikodunun, her birinin farklı paylaşımda bulunduğu katılımcıların işbirliğinden oluşan ve ortaklaşa yürütülen bir süreç olduğunu öne sürer. Bu oluşumda tek bir tarihçe yoktur, bilgi aktarımında kişilerin birbirlerini etkileyen farklı davranış modelleri mevcuttur. Süreç içerisinde hiçbir birey tek başına etkili olmayıp birbirlerine bağımlıdırlar. Yani dedikodu kendiliğinden yayılan bireysel bir oluşum olmayıp birçoğunun katılımıyla ortaya çıkan kolektif bir formasyondur. Bu süreçte yer alan katılımcılar farklı roller üstlenirler: 

Haberci: Gruba bilgiyi getiren en belirgin roldür. 
Yorumcu: Diğer en sık görülen bir rol de haberi, geçmişteki olaylar ışığında, gelecekte olabileceklere dair spekülasyonda bulunarak belli bir kontekste oturtan kimsedir. 
Kuşkucu: Kanıt isteyen, şüphe duyan kişidir. 
Taraftar: Birden fazla yorum olması halinde birinden birine kefil (destek) olan kimsedir. 
Provokatör: Bazen durumdan kişisel olarak etkilenme olabilir (kurban, akraba gibi) bu durumda kişi kışkırtıcı rol üstlenir. 
Dinleyici: Genelde çok az konuşan izleyicidir. 
Karar mercii: Ne yapılması gerektiği konusunda anahtar rol üstlenen kişidir. Genelde bir konu hakkında uzman bilgisine sahip olan ya da yüksek statüye sahip bir kişinin bu sorumluluğu üstlenmesi beklenir. 
Bu rollerin hepsi her zaman var olmadığı gibi bir kişinin farkı durumlarda farklı roller üstlenmesi olasıdır. 

Arkadaşlarla yürüttüğümüz günlük sohbetlerde gerekli gereksiz bir sürü dedikodu alışverişi yaparız. Söylenti ve dedikoduların çoğu amaçsız olmayıp, tahmin edilenin aksine önemli bir duygusal amaç güderler. Sessizliğe tahammülün zor olduğu anlarda, baş edilmesi gereken problemli ve belirsiz durumların varlığında dedikodu can simidi işlevi görür, gerilimi azaltarak rahatlama sağlayan sözel bir çıkış yolu olur. Söz konusu insan olduğunda seks, kaygı, umut, arzu ya da nefret gibi her tür ihtiyaç/gereksinim dedikodu için motivasyonel bir güç haline gelebilir. Bazen de dedikodu sadece dikkat çekmek isteyen birinin sözlerinden ibaret olabilir: “Senin bilmediğin bir şeyi biliyorum!” Bilme hali ve dinleyici üzerinde sağlanan üstünlük aynı zamanda kişinin benlik değeri ile örtüşen bir olgu haline gelir. Psikanalistler bir grup içerisinde yasaklanan arzu ve isteklerin dedikodu üzerinden indirekt ifade edildiğini savunurlar. Benzer bir şekilde dedikodular kişilere duygularını kamufle ederek ifade edebilme imkânı sağlarlar. Dedikoduda yer alan katılımcıların birçoğu sorumluluk almaz ve ısrarla başkasından duyduklarını ilettiklerini söylerler. Ve böylece başka türlü sesli dile getirilemeyen yasak umutlar dedikodu sayesinde bir anlamda kılık değiştirerek tecelli ederler. Bu da bir nevi arzu giderme (wish-fulfillment) mekanizması oluşturur. (Shibutani, 1966) Pollyanna iyimserliğindeki arzu/istek dedikodularının yanısıra korku dedikoduları da vardır. Bir de bunlara üçüncü bir grup eşlik eder ki bu da nefret ve düşmanlık içeren dedikodulardır. Özellikle mühim olaylar karşısında birey sadece kabul etmekle yetinmez. Hayatı derinden etkilenmiştir ve olayın duygusal tazammunları onun birçok fanteziyi türetmesine yol açar. Değişen planlar… Karanlık, belirsiz bir gelecek… Bundandır ki özellikle savaş ya da kriz gibi halkı zorlayan dönemlerde birçok liderin öldüğü dedikodusu çıkmıştır. Sadece bir medyumun sözünden yola çıkarak Hitler’in altı ay içinde öleceği söylentisi savaşı yaşayan toplum için arzuyu (kolektif fantezi) yansıtan bir dedikoduydu. 

Geçmiş tarihten bugüne, içinde dedikodu barındırmayan bir toplum hayal etmek imkansızdır. Eski Roma imparatorları dedikodulardan o denli rahatsız olurlarmış ki halkla haşır neşir olup ortada dönen söylentileri imparatorluk sarayına taşıyacak gardiyanlar (muhbir) tayin ederlermiş. İkinci Dünya Savaşı’nda patlak veren dedikoduların önünü almaya yönelik kurulan “dedikodu klinikleri”ne veri toplama da yüzyıllar sonra benzer bir mekanizmayla çalışmıştır. Konuyla ilgili dedikodular aynı şekilde dedikodu ya da ahlak gardiyanları adı verilen gönüllüler tarafından tespit edilip bu kliniklere aktarılıyordu. Örneğin Boston barlarında çalışan 200’den fazla barmen lokal dedikodu kliniklerine materyal temin ediyorlardı. (Neubauer, 1999) İnsanoğlu, varoluşundan bu yana içinde bulunduğu ortamdan bir anlam çıkarma gayesiyle ne, neden, niçin, nasıl ve ne zaman sorularını sorar ve bunlara cevap arar durur. Kasabaya gelen bir yabancı hakkında üretilen sayısız dedikodu, meraklı zihinlerin durumu aydınlatma ve açıklama bulma çabasından başka bir şey değildir. Sıradan bir dedikoduda fail, olaylara sebep, karakterlere güdü, söz konusu olaya bir var olma nedeni atfetme eğilimindedir. Bu açıdan ele alındığında dedikodunun oluşumunda sadece duygusal değil zihinsel bir baskıdan da söz etmek pekâlâ mümkündür. Dedikoduların en fazla yayıldığı durumlardan biri de felaketlerdir. Sel, deprem, büyük yangınlar, ani salgınlar, volkanik patlamalar, tsunami, hortum, bombalı eylem saldırıları ya da düşman istilasının yol açtığı darbe ani ve şiddetlidir. Böyle bir duruma maruz kalan kişi yaşamını devam ettirebilmesi için acilen uyum sağlamak zorundadır. İşte tam da bu noktada kafalarda beliren soruları cevaplamak için dedikodular ortaya çıkar. 

Dedikodunun yayılması üç adımda gerçekleşir: Algılama, hatırlama ve bildirme. (Allport & Postman, 1947) Bu üç adım birbirinden net olarak ayrılamaz. Nitekim neyi nasıl algıladığımız hatırladığımızla bağlantılı olduğu kadar neyi bildirmek istediğimizle de alakalıdır. Tıpkı ‘kulaktan kulağa’ oyununda olduğu gibi dedikodunun yayılma aşamasında da "seçici unutkanlık" ve "subjektif saptırma" dış dünyadaki olaylara ait değerleri kaçınılmaz bir şekilde değiştirme gücüne sahiptir. Öyle ki yapılan deneylerde aynı kişinin aynı hikâyeyi birkaç gün zaman aralıklarında sürekli anlatması halinde dahi detayları kaybettiği ve hikâyenin sonunun orjinalinden daha kısa olduğu görülmüştür. Dedikoduda abartma unsuru vardır. Çarpıtılmalar ise alınan haberin birinden diğerine olan seri aktarımı esnasında gerçekleşir. Yine Allport ve Postman dedikodu sürecinde paylaşılan bilginin çarpıtılmasının üç yönde gerçekleştiğini önermişlerdir:
Eşitleme: Birçok detayın dahil edilmemesi. Bunlar hafıza sorunundan çok sistematik çıkarılmalardır.
Pekiştirme: Eşitlemenin karşıtıdır. Final hikayedeki dramatik kaliteyi abartmak için bazı detaylar netleştirilir.
Benzetme: Değişik/yeni olan bir durumun var olan’a, bilinen’e benzetilmesidir.

Neubauer direkt temasla yayılma özelliğinden dolayı dedikoduyu virüsle yayılan bir salgına benzetirken, Harvard Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Allport ve beraber çalıştığı doktora öğrencisi Knappe insanların korku, umut ve beklentileriyle bağlantılı olma özelliğiyle sosyal bir olgu olan dedikoduyu formülleştirmişlerdir: 

R - I x a
R (rumor): dedikodu 
I (importance): önem derecesi 
A (ambiguity) : belirsizlik 

Önerilen bu formüle göre genel durum ne kadar meçhul/kuşkulu/belirsiz ve haberin önem derecesi ne kadar fazlaysa dedikodu o kadar kuvvetli oluyor. Bu faktörlerden herhangi birinin sıfıra yaklaşması halinde ise ortaya herhangi bir dedikodu çıkmıyor.

Sonuç olarak dedikoduda çelişki vardır ve gerçek çoğunlukla saptırılır. Bu da aslında insan iletişiminin birçok formunda görülen bir rotadır. Dedikodunun temel özelliği yaygın olarak düşünüldüğü şekliyle hatadır; aktarılan genel olarak yanlış bilgi olarak kabul edilir ya da bu bilgilerden en az biri doğrulanmamıştır ve muhtemelen yanlıştır. Gerçeği dedikodudan ayırt etmenin en garanti yöntemi tanımında olduğu gibi güvenilir bir kanıta dayalı olup olmadığından geçer. O halde şimdi durup kendimize şu soruyu soralım: Mutlak gerçek var mıdır ve ona ulaşmak gerçekten mümkün müdür? Buna kaçımız “Evet!” diyebiliriz? Eğer cevapların çoğu “Hayır”dan yanaysa o zaman ulaşmayı umut ettiğimiz nihai hedef gerçekliğe yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşmak mı olmalı sadece? Ya da tüm bu sorgu suali hemen şimdi bir kenara mı bıraksak? Kim bilir belki de şu an ihtiyacımız olan tek şey ufacık bir dedikodudur, şöyle en zararsız olanından…

Kl. Psk. Şehnaz Tuna
10 Aralık 2019


KAYNAKÇA: 

  • Allport, G.W, & Postman, L. (1947). The Psychology of Rumor. New York: Henry Holt and Company. 
  • Günseren, T. (2009). Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Merkez Dergi Yayıncılık. 
  • https://www.evrensel.net/haber/152578/kartaca-kralicesi
  • Neubauer, H. J. (1999). The Rumour. A Cultural History. London: Free Association Books. 
  • Shibutani, T. (1966). Improvised News. A Sociological Study of Rumor. New York: The Bobbs-Merrill Company.
  • Kapferer, J. N. (1992). Dedikodu ve Söylenti. Dünyanın En Eksi Medyası. İstanbul: İletişim.