Feminizmin toplumsal etkisi büyük olmuştur. Kadınlar artık iş dünyasında daha fazla temsil edilmekte ve kadın hakları daha fazla korunmaktadır. Kadınlar bu akım sayesinde oy hakkı, boşanma hakkı ve eğitim hakkı gibi temel haklar kazanmışlardır. Feminizm günümüzde de toplumsal cinsiyet normlarını sorgulamaya ve cinsiyet ayrımcılığını eleştirmeye devam etmektedir. 20. yüzyılın ortalarından sonra gelişmeye başlayan ve 1970’lerde ve 1980’lerin başında, özellikle Kuzey Amerika’da ve Batı Avrupa’da etkili olan “lezbiyen feminizm” akımı ise kadınların çabalarını, dikkatlerini ve ilişkilerini erkeklerden ziyade kadınlara odaklamaya teşvik eden kültürel bir hareket ve eleştirel bir bakış açısıdır.
Toplumsal yapılanmalardan olumlu yönde etkilenen feminizm, kendine sanatın içinde kalıcı bir yer edinmiştir. Sanatın ana dallarından biri olan sinema da kaçınılmaz olarak bu alana dahildir. “Lezbiyen feministler eşcinsel ilişkileri meşru görür ve lezbiyen kimliklerini topluluk oluşturma ve kolektif eylemin temeli olarak kullanırlar. Lezbiyen feminizm, heteroseksüellik ve erkek üstünlüğünün “normal” olduğu algısına meydan okur ve cinsiyet ve güç hakkında alternatif düşünme yolları sunar.” (Valk, 2018) tanımından yola çıkarsak Cate Blanchett ve Rooney Mara’nın başrollerinde olduğu, lezbiyen bir aşkı konu alan Carol filmi bu akımın beyaz perdedeki başarılı bir yansımasıdır.
Todd Haynes’in yönettiği, 2015 yılı, ABD-İngiliz ortak yapımı Carol, Patricia Highsmith’in 1952 yılında yayımlanmış “The Price of Salt” adlı kitabından uyarlanmış bir dönem filmidir. 1950’lerin muhafazakâr Amerika’sında geçen film, boşanmanın hâlâ tabu olduğu bir dönemde çalkantılı bir evliliğin sonuna doğru ilerleyen Carol Aird (Cate Blanchett) ile Frankenberg's alışveriş merkezinin oyuncak departmanında çalışan genç bir kadın olan Therese Belivet (Rooney Mara) isimli iki kadının tutkuyla başlayıp, aşkla biten hikayelerini anlatır.
İkilinin yolları Carol’ın, kızı Rindy’e Noel hediyesi olarak özel bir bebek almak için Therese’in çalıştığı alışveriş merkezine gitmesiyle kesişir. Rindy’nin istediği bebeğin tükendiğini söyleyen Therese, Carol’a mağazaya yeni gelen oyuncak tren setini almasını önerir. Therese’in önerisini kabul edip kızına oyuncak treni alan Carol giderken eldivenlerini tezgahın üzerinde bırakır. Therese’in onun mağazada unuttuğu eldivenlerini fark etmesiyle, ikilinin hayatları kendini bulma ve özgür olma bağlamında tamamen değişerek, yeni bir yol ayrımına girer. Therese eldivenleri ona geri gönderdiğinde Carol mağazayı arar ve Therese'e teşekkür etmek için onu öğle yemeğine götürüp götüremeyeceğini sorar. Therese, ilk gördüğü andan itibaren etkilendiği Carol’ın, kendini önce yemeğe daha sonra kızı ile yaşadığı evine davet etmesiyle onun dünyasına adımını atmış olur. Therese’in, Carol’ın evine konuk olduğu o gece, boşanmanın eşiğinde olduğu kocası Harge, kızını almak için oraya gelir ve Carol'ın geçmişteki bir ilişkisinden eşcinsel olduğunu bildiği için Therese'e şüpheyle yaklaşır. O gece çıkan tartışma sonucu anlaşmalı boşanmaktan vazgeçen Harge, Carol’a yeni bir dava açar. Kocası, Carol'ı evliliklerinde tutmak için giderek boşa çıkan çabalarında kızlarını bir pazarlık kozu olarak kullanır. Duygusal ve cinsel anlamda krizin içinde olan Carol, kendi gibi gerçekliğini bulmaya çalışan Therese’i arabayla yapmayı planladığı bir gezintiye davet eder. Bu yolculuk sırasında, ikilinin başından beri birbirlerine duydukları içsel ve tensel arzu, cinsel birleşmeyle birlikte lezbiyen bir aşka dönüşür. Carol için bu ilişki tehlikeli bir hal alacaktır. Kocası, Rindy'nin velayetini tek başına talep etmek için onun "ahlaki başarısızlığı”nın kanıtlarını kullanmaya koyulur. İlk gecelerinin ardından aldıkları telgrafla sarsılan ikili, Harge’nin kendilerine kurduğu tuzağı öğrenir. Harge, Carol ve Therese’in gittikleri otelde satıcı olarak tanıştıkları, aslında özel dedektif olan birini ikilinin peşine takmıştır. Dedektif, kanıt olarak Carol ve Therese'in özel anlarını gizlice kaydetmiştir. Carol, kocasıyla bir anlaşmaya varabilmek ve durumları düzeltmek için Therese'i bir mektupla terk eder. Therese yıkılır. Bu ayrılık Therese’in peşinden koştuğu fotoğrafçılık hayaline tutunmasına yol açar ve The New York Times’ta çalışmaya başlar. Bu arada Carol, boşanma anlaşmasının bir koşulu olarak bir psikoterapistle görüşmeye başlar. Boşanma avukatlarıyla yapılan çatışmalı bir toplantı sırasında Carol, aniden kasetlerin içeriğinin gerçek olduğunu itiraf eder ve cinselliğini inkâr etmeyi reddeder. Mahkemeye gitmeyi ve kamuya açık bir skandal olasılığını önlemek için Harge'a, düzenli ziyaretlerine izin vermesi halinde Rindy'nin velayetini alabileceğini söyler. Bunun ardından Carol ve Therese yeniden buluşurlar. Artık ikili için karar vaktidir. Therese, Carol’un beraber yaşama teklifini önce reddetse de filmin başladığı sahne ile biten sonunda aşkın gücü galip gelmiştir.
Carol baskın karakteri ve zenginliğine rağmen, heteroseksüel evlilik normlarına sıkışmış bir kadındır. Ancak kendi cinsel kimliğini keşfetmek için cesurca adımlar atmaya karar verir. Onun bu cesareti feminist bir bakış açısıyla kadınların kendi cinsel kimliklerini ve mutluluklarını arama hakkını vurgular. Therese, fotoğrafçı olmak isteyen genç bir tezgahtar kızdır. Yolu Carol ile kesişip de bu olgun kadından etkilendiğini fark edince o da kendi cinsel kimliğini araştırmaya başlar. Therese gençtir ama tüm çekingen duruşuna rağmen çok da saf bir karakter değildir. Adını tam olarak koyamasa da sezgisel olarak Carol'a olan ilgisini anlar ve ona isteyerek bağlanır. Carol’ın kendisini yönlendirmesine izin verse de sonunda yine kendi bildiğini okur. Filmde onun duygusal ve cinsel yolculuğunu izlerken, genç bir kadının feminist bilinçlenmesine de şahit oluruz.
Filmde iki ana kadın karakterin hayatlarındaki erkekler tarafından çoğu zaman kendilerini savundukları için eleştirilip, sözlü saldırıya uğradıklarını görürüz. Hatta kocası Harge üzerinde baskın bir kişiliği olan Carol onune tarafından kızları Rindy'yi alıp götürmekle tehdit edilerek "susturulmaya" çalışılıyor. Film 1950'lerde geçtiği için kadınlar genellikle filmde nesne olarak görülüyor ve kendilerinden hayatlarındaki erkeklerle iş birliği yapmaları bekleniyor. Therese'in (gizli cinselliği nedeniyle) yakın olmaktan hoşlanmadığı bir erkek arkadaşı filmin ilerleyen bölümlerinde Therese ona açıldığında "bunun doğru olmadığını" söylüyor ve Therese'e bir kadının bir erkeğin vermek istediği şeyi asla veremeyeceğini söyleyerek onu manipüle etmeye çalışıyor. Hegemonyayı güçlendirmeye yönelik bu manipülasyonlar karşısında hem Carol hem de Therese bu idealleri reddederler ve birlikte olabilmek için ataerkil yapıya karşı mücadele ederler. Bunun tek istisnası kocası Harge’ın kurduğu tuzağa düşen Carol'ın kızını kaybetmemek için Therese'den ayrılıp kocasına belli bir süre için geri dönmesidir. Ancak Carol ve kocası yine de boşanırlar ve Carol psikanalitik tedaviye gitmeyi kabul eder (hegemonyayı güçlendirir) fakat daha sonra düzeltilemeyeceğini bildiği için tedaviye gitmeyi bırakır (hegemonyayı reddeder) (Poole, 2020).
Carol yalnızca 1950'lerde yaşanan romantik bir lezbiyen aşkı anlatmaz; film aynı zamanda o dönemin Amerika'sındaki tüm kadınlara uygulanan kısıtlamaları güçlü bir şekilde hatırlatır. Filmin ana karakterleri olan iki kadının da -güçlü bir duruş sergileyen Carol dahil- farklı şekillerde kısıtlamaların tuzağına düştüklerini görüyoruz: Carol toplumun heteroseksüel monogami beklentisiyle yargılanmaktadır, Therese ise bir yandan kendi cinsel yönelimini anlamaya çalışıp dönemin homofobik atmosferiyle mücadele ederken diğer yandan para ve fırsat eksikliği yaşamaktadır. Cinsiyetin hayatlarının her yönünü şekillendirdiği bu filmde Carol ve Therese’in çıktıkları hayat yolculuğunda birbirlerine karşı giderek artan sevgi ve arzularını incelikli, gizli hareketlerle gizlediklerine, aşklarını muhafazakâr, erkek egemen bir dünyaya görünmez kılmaya çabaladıklarına şahit oluyoruz.
Haynes filminde “taksi camından süzülen yağmur damlaları ve göz yaşları” gibi semboller kullanmış. Bunlardan bir diğeri de “tren ve yolculuk” ikilisiydi. Filmin farklı sahnelerinde her iki karakterin ilgiyle izlediği oyuncak trenin aslında oldukça anlamlı bir sembol olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Carol ve Therese’in birlikte çıktıkları araba yolculuğunda her iki kadının hayatlarındaki erkekler tarafından takip edilişine (Harge’in tuttuğu dedektif, Richard’ın mektupları), silahların devreye girişine ve en nihayetinde iki kadının arzularına karşı koyamadıkları noktada yaşadıkları romantik cinselliğe şahit olduğumuzda ve finale giden son sahnelerden birinin aslında filmin başlangıç sahnesi olduğunu fark ettiğimizde oyuncak trenin döngüsel ve dolambaçlı yolculuğunu hatırlamamak mümkün değil.
Eşcinselliğin zihinsel bir eksiklik veya hastalık olarak da görüldüğü bu dönemde filmin en dokunaklı sahnelerinden birinde Carol'ın avukatı, kendisinin psikoterapi sayesinde aslında "iyileştiğini" ve bir kez daha Rindy'nin velayetini almaya uygun hale geldiğini öne sürmeye çalışıyor. Bir başka diyalogda Richard, Therese’in Carol'a olan aşkını "sağlıksız" ve önemsiz bir oyun olarak tanımlıyor ve zamanın onu haklı çıkaracağına ve kaçınılmaz olarak koşarak onun kollarına geri döneceğine inanıyor. Tüm engellere rağmen arzularının peşinde giden Carol ve Therese ise ataerkil sisteme karşı çıkarak sergiledikleri cesaretleriyle aslında eşcinselliğin cezalandırılmaması gerektiğini gösteriyorlar. Nihayet bir araya geldikleri otel odası onlara mağazaların, restoranların ve araba camlarının sağlayamadığı o mahremiyeti sağladığında iki kadının film boyunca zaman zaman birbirlerinden kaçırdıkları zaman zaman cüretkâr olarak sergiledikleri bakışlarında, kimi zamansa parmak uçlarında gidip gelen özlem ve şehvet bedenlerinde yerlerini buluyor.
Sinema, feminizmin önemli bir aracı olmuştur. Feminist yönetmenlerin ve senaristlerin eserleri, kadın karakterlerin karmaşıklığını ve gücünü vurgulamış ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekmiştir. Carol, toplumsal cinsiyet rolleri, cinsel kimlik, cinsel objektifikasyon ve feminist mücadele gibi önemli feminizm temalarını ele alan güçlü bir eserdir ve lezbiyen aşkın topluma ilanıyla son bulması kapsamında feminist bir filmdir. Aynı zamanda sinema dünyasının da feminizmin savunucusu olduğunu gösterir. Bu nedenle Carol, feminist sinema analizi için önemli bir örnek teşkil eder ve kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini anlamamıza yardımcı olur.
Kl. Psk. Şehnaz Tuna
1 Ekim 2023
FİLMİN KÜNYESİ
Yönetmen: Todd Haynes
Senaryo: Phyllis Nagy
Eser: Patricia Highsmith "The Price of Salt"
Vizyon Tarihi: 2015
Ülke: Abd -İngiltere
Ödüller: En iyi kadın oyuncu (68. Cannes Film Festivali -2015)
Oyuncu Kadrosu: Cate Blanchett, Rooney Mara, Kyle Chandler, Sarah Paulson, Jake Lacy.
KAYNAKÇA