Felsefenin doğduğu Antik Çağ’dan itibaren zihinsel bir fenomen olma özelliğiyle felsefenin her zaman içinde olan “şüphe” olgusu zaman içerisinde bir varoluş enstrümanına dönüşür. Varoluşsal bir olgudur çünkü şeylerin algıya dayalı varoluşundan emin olunamadığı noktada şüphecilik/kuşkuculuk ortaya çıkar. Kuşkuculuğun başlangıcı Protagoras (M.Ö. 5.yy) olarak bilinse de şüphecilik akımı olan “Septisizim”in kurucusu M.Ö. 365-275 yılları arasında yaşamış Yunanlı düşünür Pyrrhon’dur. M.Ö. 4. yy’ın son yarısında ortaya çıkan Pyrrhonculukta duyularla ilgili kuşkuculuğa ahlaksal ve mantıksal kuşkuculuk da eklenmiştir. Ortaçağ kültüründe etkin bir kuşkuculuğa rastlanmamakla beraber İslam coğrafyasında negatif bir kuşkuculuk ortaya çıkmıştır. Akımın temsilcisi Gazzali nedensellik ilkesinden kuşku duymuş ve bu ilkeyi eleştirmiştir. Modern döneme geldiğimizde René Descartes hakikate ulaşma aracı olarak savunduğu metodik şüpheciliğinde şüphe duymayı düşünceye özdeş görmüştür. 

Kuşkuculuk, hayat içerisindeki değişimlere kayıtsız kalarak huzur içinde bir yaşamın var olabileceğini savunur. Bu görüşün öncüsü Phyrron, takipçilerine yaşamdan kaçınarak bir sistem değil bir yaşam tarzı sunar. Kuşkuculuk öğretisinin kurucusu Pyrrhon’un eserleri kaybolduğundan dolayı görüşleri esas olarak deneyci ekolün temsilcilerinden Sextus Empiricus üzerinden günümüze ulaşabilmiştir. Eski Çağ Kuşkuculuğuna ilişkin temel kaynak olarak kabul edilen ve Kuşkuculuk öğretisinin modern dönem öncesinde Sextus Empiricus tarafından kaleme alındığı Kuşkunun Felsefesi (çev.2010) adlı esere yazar “Pyrrhonculuğun Genel Esasları” başlığını vermiş. Pyrrhoncu düşüncenin (Mutlak Skeptisizim) temelinde bizim, şeylerin doğasını bilemeyeceğimiz inancı yatar. Buna göre duyumlarımız/algılarımız bize yalnızca görünüm hakkında bilgi verebilir, onların gerçekte nasıl olduğu konusunda bilgi sahibi olamayız. Duyu organlarımız bizi farklı koşullarda farklı yönlendirebilmektedir. Duyu organlarımıza takılan şeylere görüngü diyebiliriz. Kuşkucu öğretinin temel ölçütü doğadaki görüngüleridir. Sextus Empiricus’a göre düşünce yeteneğine sahip kişiler şeylerdeki düzensizlikten ötürü bir karmaşa içine girer ve neyi onaylayacağı konusunda kuşkuya düşer. Bunun sonucu olarak neyin doğru, neyin yanlış olduğunu araştırmaya başlar ve böylece vereceği kararla zihnindeki kargaşadan kurtulmak ister.  Kuşkuculuğun hedefi kargaşadan kurtulmak yani ruhun dinginliğinin sağlanmasıdır. Bu kurtuluş, aklın/kararın/yargının askıya alınmasıyla ilişki içindedir:
"Buna göre Kuşkucular, görünen unsurlar arasında karar vermek ve hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu kavramak ve kargaşadan kurtulmak için felsefe yapmaya başlar, ancak aynı ölçüde tartışma doğurur ve onayı tehir ederek karar veremez hale gelir. Onay tehiriyle birlikte, görüşlerin etrafında şekillenen zihnî kargaşadan muafiyet kendini gösterir.” (Empiricus, çev. 2010)

Septisizm akımında belirsiz olan herhangi bir şeye bağlı olunmaz. Hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını savunan septisizm (şüphecilik) dogmatizmin (inanççılık) karşıtıdır. Dogmatikler kesin hakikate inanırken septikler hiçbir şeyi tam olarak bilemeyeceğimizden kesin yargılardan kaçınılması gerektiğini ortaya koyarlar. Bu da beraberinde kayıtsızlığı getirir. Katı kuşkuculukta her şeyin yanılsama ve görünüşten ibaret olduğunu öne süren dogmatizmde bu sistem eleştirilir. Kuşkucular ise Dogmatiklerin önerdiği gibi yaşamdaki her şeyi reddederek yaşamı ortadan kaldırmaz, sadece şeyleri nasıl gördüğümüzü bilmediklerini söylerler. Diogenes Laertius’un aktardığına (Empiricus, çev. 2010) göre Kuşkucu şöyle der: “Görüngüyü kabul ediyoruz ancak onun kendinde bize göründüğü gibi olup olmadığını bilmiyoruz. Yine ateşin yandığını anlıyoruz, ancak onun kendinde yanıp yanmadığı konusunda onay tehirine varıyoruz. Bir insanın hareket ettiğini görüyoruz ya da öldüğünü, ancak bunun nasıl olduğunu bilmiyoruz. Biz sadece görüntünün ardındaki bilinmeyen özü kabul etmeye karşıyız.”

"Kuşkucu insancıldır ve Dogmatiklerin kibrini ve kesinliğini 
muhakemeyle elinden geldiğince düzeltmek ister.”
Sextus Empiricus

Yargının askıya alınma felsefesinin iç huzurunu sağladığını iddia eden Kuşkucular bunun karşıtı olan ve kesinlik peşinde koşan ve ona ulaşamamaktan ötürü ya da kendilerine katılmayan insanlarla girdikleri tartışmadan dolayı huzursuzluğa yol açan dogmatizm felsefesinin mutsuzluk getirdiğini öne sürerler. Pyrrhon’dan bu yana, yargıdan kaçmaya, derin düşünmekten kaçınmaya, özel deyişle “epokhe” denilmiştir. “Epokhe” ne kadar tam uygulanırsa, huzursuzluktan o kadar uzaklaşılır ve “ruh huzuru”na o ölçüde yaklaşılır. Üstün insan, bilmediği şeyler konusunda her türlü yargıdan kaçınan insandır. Epokhe, aynı zamanda her türlü şeye, yani yazgısının hazırladığı her şeye hazırlıklı olmak demektir. Üstün insan, her şeyin mümkün olduğunu, hiçbir şeyin kesin olmadığını bilir. Bu anlayışı kendisine rehber yapan insan, şansının tüm oluşlarını olduğu gibi benimser ve böylece huzura kavuşur. Epokhe’yi kullanan bir kişiyi dünyada hiçbir şey, sarsmaz, çünkü o her şeye hazırlıklıdır ve razıdır. (www.felsefe.gen.tr)

Şüpheci, inancın var olduğu gerçeğini ve hatta bazılarının doğru çıkabileceğini kabul eder. Şüpheci doğru inançların gerekçilendirilmesi şartına yoğunlaşır. Bu da gerekçilendirmede sonsuz bir geri gidiş sürecine yol açar çünkü bir inancı gerekçilendirmeye ya da bir sebep vermeye çalışmak sahip olunan başka bir inanca atıfta bulunmaktan ibarettir. Bu böylece sonsuza dek devam eder. Bu sebepten dolayı da şüpheciye göre varılan sonuç hiçbir inancın hiçbir zaman gerekçelendirilemeyeceğidir. Bütüncül şüphecilikte şüpheci hiçbir şeyin bilinmeyeceğini ve kanıtlanamayacağını öne sürerken hiçbir şeyin bilinmeyeceğini bildiğini ya da hiçbir şeyin kanıtlanamayacağını kanıtladığını iddia etmiş olması durumundan dolayı kendi ile çelişkilidir. Bu da Yunanlı şüphecilere yöneltilmiş bir eleştiridir. Bu itirazı ele alan Sextus Empiricus şüphecinin dogmatiğin kanıtlama yöntemini kullanmasını yüksek bir yere ulaşmak için merdiven kullanmaya benzeterek yanıtlamıştır “Ve… tıpkı bir insanın merdivenle yüksek bir yere çıktıktan sonra ayağıyla merdiveni devirmesinin mümkün olması gibi, şüphecinin de kanıtın var olmadığını kanıtlayan argümanı merdiven gibi kullanarak savına ulaştıktan sonra onu ortadan kaldırması mümkündür.” (Musgrave, 1993/2013) 

Her görüş için leyhte ve aleyhte aynı derecede güçlü olan kanıtlar ileri sürülebileceği için yapılabilecek en iyi şeyin hiçbir tarafa eğilim göstermeden bilgisizlik itirafında bulunmak ve her türlü yargıdan kaçmak olduğunu savunan ve nesnelerin kendisini değil, sadece görünüşlerini bilebildiğimiz için bilgiyi aramaktan vazgeçmeyi öneren Phyrronculuğun olumsuz kuşkuculuğu modern felsefenin kurucusu Descartes’ta olumlu kuşkuculuğa dönüşür. Olumsuz kuşkuculuk bilginin evrenselliğini yok sayarken Descartes’ta doğru bilginin kaynağı ‘apaçıklık’tır. Descartes’ın kuşkusu metodik (yöntemli) kuşkudur yani doğruyu elde etmek için kuşkulanmak bir zorunluluktur. Bildiği herşeyden şüphe eden René Descartes, şüphe nosyonunu araçsallaştırarak, “metodik şüphe” ya da “Kartezyen şüphe” kavramını literatüre sokmuştur. Metodik yöntemde temel kural, apaçık olmayan hiçbir şeyi doğru diye almamaktır. Descartes şüpheciliği, kesin bilgiyi bulana kadar tüm bilgileri gözden geçirir. Ona göre kesin bilgi mevcuttur, şüphecilik ise bir yöntem mahiyetindedir. Yani, septiklere göre doğru bilgiye ulaşmak mümkün olmadığı için şüphe bir amaçken, kesin ve mutlak bir bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu savunan Descartes'te kuşku bilgiye ulaşmak için bir araç ve yöntem vazifesini görür. Radikal kuşkuculuk sorununu gündeme getiren Descartes, dünya hakkında kesinlikle emin olabilecek tek şeyin, kendi varlığı olduğunu ünlü “Cogito ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) sözüyle özetlemiştir. Descartes gençliğinden beri düşüncesini kuşkuyla ve her şeyi tartarak kurmuştur. Kuşkuyla ilerlemek onu için düşünen insanın temelidir.  Zaten ‘cogito ergo sum’ gerçeğine de kuşkudan giderek varır. “Descartes için cogito, insanlığın devamını garanti altına almak amacıyla Tanrı’nın varlığını ispatlamaya çalıştığı bir projenin de başlangıcıdır.” (Stokes, 2018) 

Descartes aynı konuda bilgin insanlarca savunulan, birden çoğunun doğru olmaması gereken çeşitli görüşlerin varolduğunu düşünerek, olası olmaktan öteye geçmeyen her şeyi yanlış diye belirliyordu. “Algılarının onu yanılttığına ikna olmuştu. Açıklamak gerekirse, elinde kağıt, robdöşambrının içinde ateşin önünde oturup bunu yazarken, ‘ve bu ellerin ve bedenin benim olduğunu nasıl inkar edebilirim?’ der. Zira, bu dünyada 'gerçekten fakir olup . . . ya da bir balkabağından başka bir şey olmayıp ya da camdan olup (düşünen) kendini kral zanneden' insanlar var. Deliliği bir kenara koyarsak, kendini şömine başında robdöşambrıyla otururken hayal etmemiş miydi? Belki şimdi rüya görüyordu. Ya gerçekten Tanrı onunla oyun oynuyorsa? Ya kötü bir ruh onu kandırmak için tüm enerjisini ortaya koymuşsa? Bütün bu deneyimi beden ve zaman uzantısı dahilinde bir yalan olabilirdi.” (Hecht, 2004)

Kuşkunun varoluşsal bir olgu olma özelliğini tam anlamıyla ortaya koyan, Descartes’ın Yöntem Üzerine Konuşma (1637/1998) metnindeki şu uzun cümlesidir: 
"Sonra, ne olduğumu dikkatle inceleyerek, hiçbir bedenim olmadığını, bulunabileceğim hiçbir dünya, hiçbir yer olmadığını varsayabileceğimi, ama buna göre varolmadığını varsayamayacağımı, tersine başka şeylerin doğruluğundan kuşkulanmayı düşünüyor oluşumdan varolduğum sonucunun apaçık ve kesin bir biçimde ortaya çıktığını, oysa düşünmeyi bıraksaydım tasarladığım tüm başka şeyler doğru olsalar bile varolduğuma inanmam için elimde hiçbir neden bulunmadığını görerek, tüm özü ya da doğası düşünmekten başka bir şey olmayan ve varolmak için herhangi bir yere gereksinimi olmayan, herhangi maddesel bir şeye bağımlı olamayan bir töz* olduğumu anladım.” Herşeyden kuşkulanacağını söyleyen Descartes’ın kuşkulanamayacağını söylediği tek bir şey vardır o da kuşkulanan kendisidir. Şüphe götürmeyecek kesinlikte, sarsılmaz ve açık-seçik olan ilke, şüphe eden Ben’in ta kendisidir. Herşeyden kuşkulandıktan sonra şüphe duyduğundan şüphe duyamayacağını bundan dolayı düşündüğünü ve var olduğunu ifade etmiştir. Bu durumda düşünmek fiili kendinden şüphe yoluyla kendine varan bir süreçtir ki bunun sonuncunda “Şüphe ediyorum, öyleyse düşünüyorum, öyleyse varım (Dubito ergo cogito, cogito ergo sum)" önermesine varmak mümkündür. 

Antik dönemden günümüze bilimlerin atası olarak kabul edilen felsefenin ana konusunun varoluş olduğunu kabul edersek şüphenin/kuşkuculuğun ortaya çıkması düşünce tarihi, özellikle de felsefi düşünce için önemli bir aşama olmuştur. Felsefe yapan, felsefeyle uğraşan, farklı dönemlerde yaşamış her filozofun (Eski Yunanca’da philósophos: philo/sevmek + sophós/bilge, bilgin, üstad) bilgeliği seven, bilgiyi arayan, irdeleyen ve eleştiren özellikleriyle kuşkucu tavır sergilediklerini ve gelecekteki filozofların da felsefe var olduğu müddetçe bu kuşkucu tavrı sergilemeye devam edeceklerini söylemek mümkündür. 

Ya da değildir, bilemeyiz…

“Kesin hakikate gelince, onu bilen olmadı, olmayacak da, 
Ne de Tanrıları ve bütün söylediklerimi.
Ve biri şans eseri nihai hakikati telaffuz etse bile, 
Kendi de bilmezdi öyle olduğunu; 
Zira hepsi ağ gibi örülü tahminlerden ibaret.” 
Ksenofanes 

(*) Değişenlerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavram, cevher. (TDK)

Klinik Psikolog Şehnaz Tuna
9 Şubat 2020


KAYNAKÇA

  • Descartes, D. (1998). Yöntem Üzerine Konuşma. A. Timuçin (Çev.). İstanbul: Çağdaş Matbaacılık. (İlk baskı. 1637).
  • Empiricus, S. (2010). Kuşkunun Felsefesi. C.C. Çevik (Çev.). İstanbul: Kırk Gece. (İlk baskı. t.y.).
  • Hecht, J. M. (2004). Doubt: A History: The Great Doubters and Their Legacy of Innovation from Socrates and Jesus to Thomas Jefferson and Emily Dickinson. New York: harpercollins. 
  • https://www.felsefe.gen.tr/pyrrhon-piron-kimdir
  • Musgrave, A. (2013). Sağduyu, Bilim ve Şüphecilik. Bilgi Kuramına Tarihsel Bir Giriş. N. Küçük (Çev.). İstanbul: İthaki. (İlk baskı. 1993).
  • Stokes, P. (2018). Dünyanın En Büyük 100 Düşünürü. E. Çayırezmez (Çev.). İstanbul: Yakamoz.
  • Türk Dil Kurumu. Erişim adresi: https://sozluk.gov.tr