Avcı toplayıcı döneminde vahşi bir hayvanla burun buruna gelen bir insanın hissettiği korkunun bugün benzer bir durumda yaşanılacak duygudan şiddet ve nitelik olarak hiçbir farkı yoktur. Duygunun zamansız niteliğindendir ki modern aşkın gücünü tanımlarken Sultan Süleyman’ın Hürrem’e olan aşkından dem vurmak mümkündür.

Hisler, insanı insan yapan önemli bir olgu olmalarına rağmen aşırı odaklanıldığında kişiye zarar verecek kadar güçlü bir hale gelebilirler; paradoksal bir şekilde, görmezden gelindiklerinde de etkinlikleri yine bir o kadar artar. Bundan dolayı danışanlarımla yaptığım görüşmelerde duygularımızı ele alış biçimlerini konuşurken iki farklı yaklaşımı vurgularım. Bunlardan birincisi olumsuz duygulara odaklanmamaktır. Nasıl ki mutlu anımıza odaklandığımızda mutluluk hissimiz kat kat artar, benzer durum olumsuz duygularımız için de geçerlidir. Bu tıpkı uyumaya hazırlanan küçük bir çocuğun yatağının karşısındaki duvarda gördüğü bir gölgeye odaklanıp hayalinde onu kocaman ama aslı olmayan bir canavara dönüştürmesine benzer. Bizler de yetişkinler olarak sıradan bir kaygımıza odaklandığımızda onu besleyip büyütür ve dünyamızı bir anda ters yüz edecek bir boyuta çıkartabiliriz. Duygularla baş etmede en sık düştüğümüz tuzak ise olumsuza odaklanmamak uğruna onları tamamen yok sayma eğilimidir. Benim bu noktada seanslarımda telaffuz etmeyi sevdiğim bir cümle vardır ki o da “Direndiğin şey var olmaya devam eder!”

Duygularımızı ele alış biçimindeki bir diğer yaklaşım onları kabul edebilmektir. Tıpkı olumlu duygular gibi olumsuz duyguları yaşamanın da son derece normal olduğunu kendimize sıkça hatırlatmalıyız. Hatta bu duygulara izin vermek ve onlara kucak açmak olumsuz duyguların üzerimizdeki hakimiyetlerini anında azaltacaktır. Aksi takdirde halı altına süpürülen negatif duygular psikanalizin babası Sigmund Freud’un da öne sürdüğü gibi ileride çok daha istenmeyen bir şekilde ortaya çıkarlar. Bu durumda olumsuz her tür duyguyu öncelikle kabul etmek sonrasında bunları ifade edebilmek son derece önemlidir. 

Duygularımızla baş etme yolunda faydalanacağımız en etkin yöntem, bilişsel davranışçı terapide sıkça kullanılan “düşünce kontrolü” egzersizleridir. “Olay-duygu” ilişkisini kısaca özetlemek gerekirse: Bizler bir olay meydana geldiğinde tepki olarak yaşadığımız duyguları direkt olarak olayın kendisiyle ilişkilendiririz. Aslında sistem bu şekilde işlemez. Yaşadığımız olayın ertesinde olumsuz duygu(lar) deneyimlememize yol açan sebep, sahip olduğumuz olumsuz düşüncelerimizdir. Bunlar “negatif otomatik” düşünceler olarak adlandırılır. Mutsuzluk, öfke, kıskançlık, kaygı, hayal kırıklığı gibi her tür olumsuz duyguyu hissettiğimiz anda bu duygulara odaklanıp onları besleme ya da onlardan kaçarak yok saymak yerine öncelikli olarak hislerimize yol açan negatif otomatik düşüncelerimizi bulmalıyız. Sonrasında da çoğu gerçekten uzak ve mantık dışı olan bu olumsuz düşünceleri çürütecek olumlu ve rasyonel düşünceler üretmeye çalışmalıyız. Yeni oluşturduğumuz düşünceler ne kadar kuvvetli olurlarsa negatif otomatik düşüncelerimizin etkisini, dolayısıyla hissettiğimiz olumsuz duyguların kuvvetini azaltmamız da o kadar başarılı olacaktır.

“Olay-düşünce-duygu” döngüsünü göz önüne aldığımızda benzer bir şekilde olumsuz düşüncelere de odaklanmamak gerekiyor.  Aksi takdirde istenmeyen duyguların bizi tüketmesi kaçınılmazdır. Düşünce egzersizlerini yaşam tarzı olarak belirlediğinizde duygularınızı ne kadar rahat yönetebildiğinizi göreceksiniz. 

Duygularınızı kucaklayarak onları dolu dolu yaşayın ama gücün sizde olduğunu kendinize sıkça hatırlatarak özellikle olumsuz duygularınızın sizi tüketmesine asla izin vermeyin!

Klinik Psikolog Şehnaz Tuna
28 Ocak 2022