Dişi güzelliğin doğudaki ana sembollerinden biri olan geyşalık, tarih boyunca sadece doğu değil batı kültüründe de her daim merak uyandırmış, hayran olunduğu ölçüde gizemli yönleriyle pek fazla anlaşılamamış, hatta çoğu zaman yanlış anlaşılmış bir kurum. Beden ve ruhun olağanüstü birleşiminin yanı sıra türlü zıtlıklarını da barındıran bu alımlı ama son derece gizli –gizli çünkü bir geyşa çevresinde olan biteni anlatmamak üzere “sessizlik yemini” etmiştir- dünyanın kapısını yavaşça aralayıp içeri adım attığım andan itibaren nelerle karşılaşacağımı az çok biliyor olsam da yol boyunca büyülü bir geçitten geçiyormuşçasına heyecanımı sık sık ruhumun en derin köşelerinde, en uzak kenarlarında hissedip durdum. Kapı halen aralık. Hadi gelin içeri peşim sıra…
Geyşalığa Giriş 101
Geyşalık mesleğinin perde arkasında yaşananlar önünde gözüken pırıltılı dünyadan çok farklı. ‘İşin mutfağında’ yetişmeye başlayan geyşalar çoğu zaman para, bazen de geyşalık statüsünün gelecekteki getirisinden dolayı ailelerin vazgeçtiği kız çocuklarıdır aslında.
“Okula gidememiş, okuyamayan, terkedilmiş bir köpek gibi büyümüştüm. Daha sonra on iki yaşındayken satıldım. Aslında, gerçekten kaç yaşında olduğumu bilmiyordum; ama o vakit birisinin 'Çocuk on iki yaşında.' dediğini duymuştum. ‘O zaman ben on iki yaşındayım, öyle mi?’ diye düşündüğümü hatırlıyorum…” (Sayo Masuda, Autobiography of a Geisha)
Her bir geyşanın tıpkı bir çiçek gibi kendine ait bir güzelliği olması ve aynı zamanda bir söğüt ağacı gibi zarif, uysal fakat güçlü olmasından dolayı “Çiçek ve Söğüt Dünyası” ya da “Karyukai” adı verilen bu dünyada ailelerinden kopan kızlar okiya denilen geyşa evlerinde yepyeni bir yolculuğa adım atıyorlardı. Ait olduğu evin ismini alarak doğduğu evi ve ailesinin yanı sıra gerçek kimliğini de sonsuza dek arkasında bırakır bir geyşa adayı. Sebep ise özel hayatlarını korumak. Büyük bir aile gibidir okiyalar; evin sahibi, nam-ı diğer, kızların annesi okami-san aynı zamanda alemin de kraliçesidir. Evin diğer üyeleri ise saltanattaki kraliçenin emirlerini sorgusuz sualsiz kabule hazır maiyeti niteliğini taşırlar. Annenin atotori denilen, görünürdeki mirasçısı da onunla aynı evde yaşayan bir maikosu ya da geyşasından başkası değildir.
Kelime anlamı “dans kadını/dans eden kız” olan maiko geyşalıktan bir önceki mertebeye geçmiş olan kızdır. Geyşa evlerine çırak olarak giren genç bir kızın maiko olmak üzere hazırlandığı hafta bir tırtılın kelebeğe dönüşme sürecine benzer. Savaş sonrası güncel kanunda geyşa kurslarına katılması ve maiko olması için bir kızın ortaokulu bitirmesi şartken daha önceki dönemde maiko eğitimine başlama yaşı 8-9’a kadar inebiliyordu. Maikolar mezun olmadan önce 5 sene dans ve müzik konusunda eğitim görüyor, daha sonra hayatlarının sonuna kadar geyşa olarak bu eğitimlerine devam ediyorlardı. Hizmet eden kız artık bir çırak olduğunda deneyimli bir geyşa ile köklü bir ilişkisi olması gerekirdi. Okiyalarda aile ilişkileri oldukça gerçek ve kuvvetliydi. Beyaz maskesinin altında çocuk yüze sahip maikonun mentorü olan büyük abla, geyşa dünyasındaki yol göstericiliğinin yanı sıra çırağın yaptığı hatalarda da tüm sorumluluğu üstlenen kişi oluyordu. Tıpkı gerçek bir abla gibi. Beyazperdeye uyarlandığı andan itibaren önemli filmler arasında yer alan, Amerikalı yazar Arthur Golden’ın çok satanlar listesinde 7 milyondan fazla satış rakamı elde ettiği “Bir Geyşanın Anıları” romanındaki Sayuri ve Mameha karakterleri arasında geçenler, bu ikili ilişkinin güzel ve bir o kadar da gerçeği yansıtan bir örneğidir.
“Gerçekten Sayuri, bir geyşanın hayatının nasıl olacağını düşünüyordun? Hayatlarımızın mutluluk verici olması için geyşa olmuyoruz. Başka çaremiz olmadığı için geyşa oluyoruz.” Mameha. (Arthur Golden, Bir Geyşanın Anıları)
Dersler, eğitimler, kimonolar, yaşam giderleri… Geyşa evlerinde bir kız yetiştirmenin masrafı oldukça fazla olduğu için çiçek ve söğüt dünyasında geyşa olmak isteyen bir maikonun vazgeçmesi gereken son derece önemli ve bir o kadar da özel ve değerli bir şeyi vardı: Bekareti. Mizuage adı verilen kabul görme ritüeli ve kutlamasında bekaretini yüklü bir para karşılığında satan maiko, aldığı paranın büyük bir kısmını kendini yetiştiren geyşa evine verdikten sonra kendisi de nihayet bir geyşa olmaya hak kazanır. Bir kıza yapılan yatırımın ilk ve büyük geri dönüşü olan mizuageyi genç erkeğin sünnetine benzetir Lesley Downer; acı dolu ama kaçınılmaz. Genelde 13-14 yaş civarında bekareti bozulan (Deflowering) maikoyu yeni bir tören beklemektedir. Erikae ya da Yaka Dönüşümü seremonisinde kırmızı nakışlı çocuk dansçı yakasını yetişkin geyşaların taktığı beyaz yaka ile değiştiren maiko tescilli bir geyşadır artık. Maikonun havalı parlak ve şaşaalı görüntüsün yanında bir geyşa çok daha sadedir. Maikoya oranla bir geyşa daha basit ama çok daha kadınsı olmasına rağmen müşterilerden gelen talep yine de her zaman genç ve çocuksu maikodan yanadır.
Çırak geyşa saç stilinde saçlar ikiye ayrılmış şeftali modelinde taranır. Bu modelde saç tepede iğnedenlik gibi toplanır. Bu topuz saçları bir kumaşın etrafında sararak yaratılır ve arkadan bakınca kumaş görülebilirdi. Normalde bu kumaş herhangi bir desende ya da renkte olabilirdi fakat çırak geyşada bu kumaş kırmızı ipek olmalıydı.
“Bir gece bir adam bana şöyle dedi. ‘Genç bir geyşanın arkasında yürüdüğünü hayal et, ona neler yapmak istediğini düşünmeye başlarsın ve o sırada o bölünmüş şeftali topuzunu, saçların arasındaki kırmızı kumaşı görürsün… O zaman ne düşünürsün?’ Şey, ben hiçbir şey düşünmedim ve adama da bunu söyledim. Adam bana, ’Sen hayal gücünü kullanmıyorsun.’ dedi. Bir saniye sonra durumu anladım ve öyle kıpkırmızı kesildim ki, adam gülmeye başladı.” Nitta Sayuri. (Arthur Golden, Bir Geyşanın Anıları)
Gei (Sanat, beceri) ve sha (Kişi) kelimelerinden oluşan (Gei-sha) geyşanın kelime anlamı “sanatçı” demek. Kyoto lehçesinde kendilerine geiko olarak tanımlayan geyşalar küçük yaştan beri edindikleri dans ve müzik eğitimleri, edebiyat bilgileri, sanat becerileri, zekalarının ürünü konuşma yetenekleriyle sadece bir meslek alanının değil kültürel bir zenginlik ve bir yaşam biçiminin de temsilidirler aslında. Bu özellikleriyle Japonya’da yüksek bir statüye sahip olan geyşalar eğlendirdikleri erkek müşteriler için de ayrı bir anlam taşırlar: "Bu geyşalar benim günlük hayatımın ötesinde bir hayatı temsil ediyorlar. Bu harikulade kadınları tanımak demek onlardan öğrendiklerim sayesinde kendimi olağanüstü bir mertebeye erişmiş hissetmek demektir." (Rob Waring, The Life of a Geisha) Sadece Japonya değil dünyanın en güçlü iş adamlarını, siyasetçileri ve devlet adamlarını eğlendirirken bedenini, sanatını ve yeteneğini kullanan bir geyşa her daim güzel ve bakımlı, mutlu, kibar, sakin ve mesafeli olmak zorundadır; kalbi ve ruhu bambaşka bir yerde olsa dahi.
Ayna ayna güzel ayna söyle bana var mı benden güzeli bu dünyada?
Bir geyşanın sabah uyandığında normal bir kadından hiçbir farkı yoktur aslında. Ne zaman ki ayna karşısına geçer işte o zaman bir geyşa gibi düşünmeye başlar ve uyguladığı özel makyajıyla bir sanat eseri haline dönüşerek dünyanın en güçlü adamlarını bile onlara açtığı rüya dünyasının kapısıyla kendine hayran bırakan bir geyşa olur.
İlk zamanlar geyşa dünyasında güzel olmanın bedeli son derece ağırdı. Yüzlerine sürdükleri beyaz maskenin içinde bulunan kurşun zaman içinde deriyi aşındırarak teni sarı ve pütürlü yapıyor ve hatta toksik olan bu maddeyi temizlemek son derece zor olduğu için hayat kaybına bile yol açabiliyordu.
Geyşa makyajının, tarihçesi oldukça eskiye dayanan, pek de fazla bilinmeyen bir hikayesi var:
Bu maske aslen imparatorla resmi görüşmeye çıkacak olan soylular tarafından uygulanırdı. Modern zaman öncesi saygıdeğer bir kişiliğe sahip olarak nitelendirilen imparator, ziyaretçilerini ince dokunmuş bir perde arkasında kabul ederdi. Ziyaretçilerin bulunduğu bu oda mum ışığı ile aydınlatılırdı. Beyaz makyaj ışığı yansıttığı için imparatorun perde arkasında kimin kim olduğunu rahatça ayırt edebilmesi için huzura çıkan kişiler yüzlerini beyaz maske şeklinde boyarlardı. Bu gelenek daha sonra aktör ve dansçılar tarafından sahneye taşınıyor. Beyaz makyaj, sahnede sadece güzel gözükmekle kalmıyor, o dönem açık ten rengine verilen değer de vurgulanmış oluyordu.
Bir maiko ya da bir geyşanın makyajıyla bütünleşen önemli bir sembol boyunlarının arkasında boynun uzunluğu ve inceliğini vurgulamak için üç şerit halinde bırakılan çıplak ten görüntüsüydü
"Batılı erkekler, bir kadının bacakları için neler hissediyorlarsa, Japon erkekleri aynı duyguları kadının ensesi ve boynu için beslerler: Geyşanın kimonolarının yakalarının arka kısmının o kadar açık olmasının nedeni budur. Bir geyşa saç çizgisinin kenarlarında ince bir boşluk bırakır, bu da makyajın daha da yapay görünmesine neden olur. Noh temsillerinde kullanılan maske gibi. Bir erkek, geyşanın yanında oturduğu zaman makyajının bir maske olduğunu fark edince, makyajın altındakj ten onun daha çok dikkatini çeker. Beyaz makyaj garip görüntüler yaratır; eğer bir geyşa dudaklarının tamamını boyarsa ağzı iki büyük dilim ton balığına benzer. Bu nedenle geyşaların çoğu daha değişik şekilleri tercih ederler, örneğin bir menekşenin goncası gibi.” (Arthur Golden, Bir Geyşanın Anıları)
Maske ile yüzlerini boyadıklarında boyunlarında bir yılan dili şeklinde bıraktıkları bu açıklık erkekleri cezbettiği kadar başka bir gerçeği de vurguluyordu; kaymaktaşı tozundan yapılmış bu maskenin, kat kat sırmalı ipek kumaşların altında aslında etten kemikten oluşan gerçek bir kadın vardı. Boyalı yüzlerin ardındaki gerçek kadınlardı onlar!
Önceden planlanmış bir randevu olmasa bile işi gereği bir geyşa her zaman giyinik ve güzel olmalıydı. Böylece okiyaya gelen bir isteğe katılmak için her daim hazır olabilecekti. Kostüm olarak giydikleri kimonoları geyşalar için son derece kutsaldır. Pahalı (Bir geyşanın üzerinde taşıdığı giysi ve aksesuarlarının bedeli 100.000 doları bulabiliyordu.) olanlarının tıpkı bir mücevher gibi ayrı bir yerde muhafaza edildiği ve bir nevi meslek amblemi görevi gören bu giysiler dünyanın en özel kumaşlarından yapılıyor ve geyşaların güzellik anlayışını içinde barındırıyordu. Giyecek sahibinin yapılış sürecinde aktif olarak rol aldığı her bir kimono birbirinden farklı bir sanat eseri olma özelliğini taşıyordu. “Obim (Kimononun beline bağlanan dekoratif kuşak) yapımı üç seneyi bulan bir sanat eseriydi.” diye anlatıyor Mineko Iwasaki
Üstü olan geyşaya kıyasla bir meikonun kostümü, kullandığı takı ve süsleri son derece şatafatlı ve bir o kadar da ağır ve hantaldır. Onları giydiren yardımcıları olmadan yalnız başına giymeleri mümkün olmayan bu kıyafetlerin giydirilmesi ve taşınmasında denge çok önemliydi. Örneğin, maiko olarak göreve başladığında 36 kilo olan ünlü geyşalardan Mineko Iwasaki’nin taşımak zorunda olduğu kimono 20 kiloymuş. Ayağında ayakkabı olarak giydiği okobo adı verilen tahta takunyaların yüksekliği ise 15 cm. Dolayısıyla ağırlık ve kıyafetlerin ölçü hesaplamalarında yapılan tek bir yanlışın sonucu oldukça can sıkıcı olabiliyormuş.
Geyşalığın tarihçesinde yanlış bilinen doğrular/doğru bilinen yanlışlar:
Geyşalarla alakalı sahip olunan en genel yanılgı onların birer hayat kadını olduklarıdır. Lesley Downer’ın The Secret History of The Geisha kitabında yazdığı gibi “Geyşalar fahişe değildiler.” Bu ince ayrım müessesesinin tarihçesinde alenen mevcuttur.
Geyşaların ortaya çıkışından hemen önce var olan tayu adı verilen eskortlardı. Tayular saçları ve kimonoları bir geyşa ya da maikoya kıyasla çok daha süslü ve abartılı kibar fahişelerdi.
Var olan erkek geyşaların ardından 1750’de geyşa kadınların büyük bir başarıyla ortaya çıkmalarıyla beraber Yoshiwara yöresindeki genelev sahipleri bunu büyük bir tehlike olarak algılıyorlar. Hatta geyşaları hayat kadınlarından ayırmak için bir takım teftiş kurulları kuruluyor. Bu iki dünyanın birbiriyle çakıştığı zamanlar oluyor, özellikle fakir bölgelerde geyşa evleri ve genelevler yan yana yer alabiliyordu. 1900’lerde yürürlüğe giren lisans sistemiyle üst sınıf hayat kadınıyla geyşalar arasındaki sınır daha netleşti. Kısacası, başlangıcından itibaren hayat kadını, hayat kadını; geyşa geyşaydı. Ve geyşalar hiçbir zaman hayat kadınlığına zorlanmadılar.
“Geyşa evlerinin bir randevu gibi algılanmasının saçma olma sebeplerinden birinin bu evlere hiçbir şekilde erkek kabul edilmiyor olmasıydı. Tamir ya da malzeme teslimi için gelecek olanlar bile evdeki kadın halk dışarıda olduğu zaman kabul ediliyordu.” Mineko (Mineko Iwasaki, Geisha, a Life)
Kikuya isimli ilk kadın geyşa bu yeni meslek dalının öncüsü oluyor. Müessesenin doğası itibarıyla dünya çapında her alandan en güçlü insanları eğlendirme ve iletişim kurabilme becerilerinden dolayı aslında tüm maiko ve geyşalar bir nevi diplomattılar. Bunun için de keskin zekâ ve algılama gücü gerekiyordu. Dansları, çaldığı enstrümanları, sahip olduğu engin bilgisi, özgün sanat becerisi ve hoşsohbetiyle bir adamın öncelikli olarak bedeni değil ruhuna hitap eder bir geyşa.
Bu yanlış algıya sebep olan başka sebepler de var; bunlardan biri İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’daki Amerikan askerlerine fahişelik yapan, birkaç nota şamisen (Shamisen- Japon gitarı da denen gitardan küçük, ince tahta boyunlu üç akort mandallı bir telli çalgı) çalabilip biraz da şarkı söyleyen bir grup hayat kadınına askerlerin geyşa diye hitap etmeleriydi.
Sebeplerden bir diğeriyse hizmetleri karşılığında geyşalara ödenen bir ücretin var olmasıydı. Yüzlerine sürdükleri beyaz maske ile aynı ölçüde güzelleşen bir geyşanın satıp satmaması fiziğinden ziyade sergilediği yeteneğine bağlıydı. Bir geyşa yaşadığı evden dışarı adımını attığı andan itibaren ücreti devreye girer ve bu ücret kimi zaman saat üzerinden kimi zaman evde yanan tütsünün adedini sayarak hesaplanırdı. Aynı gece içinde birden fazla partiye katılabilen bu kızlar için para konuşmak da utanç verici bir konu değildi. Bir geyşanın fiyatı “hanadai” ya da “çiçek ücretleri” adı verilen ve genelde on beş dakika uzunlukla hesaplanan zaman birimiyle de belirlenirdi. Belirlenen bu ücret sonrasında müşteriye fatura edilir, müşteri de hanadainin yanı sıra küçük beyaz bir zarf içine koyduğu nakit bahşişi (goshugi) geyşanın kimono kuşağına ya da koluna sıkıştırarak verirdi. Bir maiko ya da geyşanın bir gece de yaptığı para bahşişle beraber yaklaşık 400-500 doları bulabiliyordu. Maiko şen şakrak edasıyla erkeklere eşlik edip eğlendirirken geyşanın başarısı ise sahip olduğu yeteneklere bağlıydı. Bununla beraber maikodan farklı olarak geyşa kazandığı parayı direkt kendinde tutabilirdi. Maiko aldığı parayı yaşadığı geyşa evindeki annesine teslim ederdi. Kontratta kızların borçlarını ödeme süresi ortalama 10 yıldı ve geyşa evinin onesanı bir maikoya popüler olduğu ölçüde iyi davranırdı. Geyşa evine borçlu olmak zor bir durumdu. Çünkü borcu olan bir geyşanın kendisiyle vakit geçirmek isteyen müşteriye hayır deme lüksü olmadığı için her zaman seçen değil seçilen olurdu.
Gerçek bir geyşa kendini erkeğe bir geceliğine sunarak şöhretine asla leke sürmezdi. Birinci ya da ikinci sınıf geyşa hiç kimse tarafından bir geceliğine satın alınamaz fakat uzun süreli bir düzenleme yapılabilirdi. Bu sistem danna sistemiydi. Bir geyşayı sahiplenen danna ona ait tüm harcamaların (Bir iş adamının verdiği rakama göre bir geyşanın senelik gideri 200-300 bin dolar civarında olurdu.) yanı sıra onunla geçirdiği zamanı da ayrı olarak ödemek zorundaydı.
“Erkekler arkadaşlığımızdan hoşlanırlar çünkü biz özgür ruhlarız. Bu onlar için güvenlidir. Bizimle vakit geçirirken bir aşk yaşadıklarını hayal edebilirler çünkü biz işimizi bırakamayız. Kafese konmuş kuşlarız biz…” Shuko (Lesley Downer, The Secret History of the Geisha)
Geyşalıkta bir tezat da buydu. Eşlik ettikleri erkeklere hayalde sınırsız bir dünyanın kapısını sonuna kadar açan bu kadınlar aslında küçük yaştan itibaren hep bir tutsaklık yaşıyorlardı. Bir geyşa kendi kimono koleksiyonuna sahip oluncaya kadar ya da okiyanın kız evladı ilan edilinceye kadar hep başka birinin yönetimi altında yaşar. Dannası olana kadar evin kurallarıyla (Kendi isteğiyle dışarıda hayat kuranlar hariç) sınırlanan bir geyşa dannası olduğunda da onun mülkü haline gelir. Danna bir koca değildir. Geyşalar evlenemedikleri gibi evlenmeyi seçenler de artık bu mesleği yapamazlar.
Karın Altında Bir Erik Ağacı
Karın altında da yaşamaya devam eder erik ağacı,
Hatta halen çiçek bile açar; kalbim,
Benim şanssız kalbim de aynen öyle.
(Geyşa Şarkısı)
Okayalardaki meşhur çay seremonileri ve ziyafetler
Okaya adı verilen evlerde yapılan çay seremonileri senaryolaştırılmış ritüeller olup geyşa dünyasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu seremoniye özgü sadeliği yaratabilmek ise gerçekten ustalık isteyen bir beceri. Çay evinin kendisi ve kullanılan el yapımı objelerin her biri azami özen gösterilerek yaratılıyor. Ev sahibi neredeyse sonsuz kere provası yapılmış ve koreografisi özenle kurgulanmış hareketlerle misafirlerine çay ikramı yaparken hiçbir şeyi şansa bırakmaz.
Savaşla beraber kapatıldıktan sonra 1948’de yeniden açılan okayalarda yaşanan her şey geyşa dünyasında sıkı bir şekilde uygulanan Sessizlik Kanunu’na tabiidir. Geyşa partilerinin mahremiyetinde tüm olan biten dış dünya gerçekliğinden ne kadar kopuksa içinde oluşan ilişkiler o denli gerçektir. Yıllar içinde bir geyşa düzenli gelen müşteriler ve aileleriyle çok sıkı bağlar kurar. Özel odalarında pek çok önemli tarihi toplantı ve olayların yer aldığı Ichriki-tei (One Strength Teahouse) Gion Kobu bölgesindeki en ünlü okayalardan biridir. Bundan dolayı efsanevi bir üne sahip olan bu okayanın adı birçok roman ve oyunda da yer almıştır.
Geyşa dünyasının ayrılmaz bir parçası olan çay törenleri son derece teatral bir oluşum. Bir çeşit dans ve meditasyon birlikteliğinden oluşan kutsal bir tören gibi… Bu törenlerde organize edilen ziyafetlerdeki sohbet konuları oldukça genişti. Geyşaların tüm güncel olaylardan, çağdaş edebiyattan bilgi sahibi olduğu farz edildiği gibi çay seremonisi, çiçek düzenleme, şiir, kaligrafi ve resim gibi geleneksel sanat çeşitlerine de adamakıllı vakıf olmaları beklenir, davetin ilk kırk ya da elli dakikası bu konularla geçerdi. Bir geyşa dünyaya sergileyeceği görüntü konusunda çok dikkatli davranmalı, sergilediği gösterilerde de hareketleri çok zarif ve çekici olmalıydı. Bir şamisen ya da davuldan doğru sesi çıkarmak kadar bunu gerektiği şekilde yapmak da bir o kadar önemliydi. Bir kız çeşitli sanatlarda ustalaşmış olsa bile nasıl davranıldığını bilmezse partilerde çok yadırganır, kambur durur ya da sarsakça yürürse azar işitirdi. Tırnakların kirli olması ya da saygısız davranmak da diğer azar sebeplerindendi. Müşterisiyle buluşan geyşa o anda her ne hissediyorsa hissetsin yüzü, “Yanınıza gelip sizinle konuşmak için sabredemedim.” ifadesi taşımalıdır.
“Bazen fiziksel olarak itici bulduğum kişilere iyi olmak zorunda olurdum. Bu en zoruydu çünkü iticilik gizlemesi çok zor bir tepki. Fakat müşteriler onlara eşlik etmem için para ödemişlerdi. En azından zarif ve cana yakın davranabilirdim. Bu mesleğin esas zorluğu kibar bir görünüm ardında beğeni ve antipatini saklayabilmekti.” Mineko (Mineko Iwasaki, Geisha, a Life)
Bedenini kullanan müthiş bir performans sanatçısıdır geyşa,!
Geyşalık tarihi oldukça eskiye dayanıyor. 794-1195 yılları arasında süregelen Heian döneminde soylulara eşlik eden müzisyen, dansçı ve şarkıcı olan bu üst sınıf güzeller geyşaların öncüleriydi. 1603 yıllarında adını duyuran dansçı Okuni’nin sahip olduğu cazibe, eğlence ve erotizmin karşı konulamaz birlikteliği sonraki dönem geyşaların da kaynağı olmuştu. Okuni’nin dansı sadece muhteşem değil eğlenceli bir erotizme de sahipti. Bu dans öyle sıra dışı bir danstı ki coşmak, delirmek, ölçüyü aşmak anlamalarına gelen kabuku fiilinden türeyen yeni bir kelimenin ortaya çıkmasına yol açtı: Kabuki. Okuni’nin seksi dansına verilen bu ad sayesinde ilerleyen dönemlerdeki meşhur kabuki tiyatrosu ve geyşa dünyasının (Floating World/Uçuşan/Dalgalanan Dünya) tohumları atılmış oldu. 18ci yüzyılın ikinci yarısında bu şov dünyasının tarihçesinde artık sadece eğlence ve zevk dünyasında değil kasabaya da adım atan yeni bir kadın türü oluşmaya başladı. Bu kadın sofistike bir şekilde giyinerek vücudunu değil beden sanatını satan bir kadındı. İşte bu özellikleriyle, sanatla iç içe geçmiş bir gelenek olan geyşalığın temsilcileri olan geyşa ve maikoların her biri aslında aynı zamanda müthiş birer de performans sanatçısıdırlar. Geyşalar kadın gösteri sanatçısı olarak ortaya çıktıkları ana kadar öncesinde de şarkı ve dans gibi performans becerileriyle ön plandaydılar. Bir geyşa muazzam bir gösteri sanatçısı olduğu kadar aynı zamanda yetenekli bir eğlendiricidir de…
Lesley Downer dişilik ikonu geyşaları şöyle tarif eder: “Erkekleri başka bir dünyaya, bir rüya dünyasına taşırken boyalı yüzleri onları birer şamana dönüştürüyordu. Ve karşılığında günlük yaşamda en sinmiş adam bile bu dünyada kendini bir kral gibi hissediyordu.”
Geyşa sistemindeki erken eğitim karakteristik özelliklerini Japonya’nın geleneksel iki tiyatrosundan alıyor. Noh ve Kabuki. 14. yüzyılda geliştirilen ve oldukça soylu, gösterişli ve şiirsel özelliklere sahip Noh oyunu tanrılara sunum şeklinde sergilenen antik bir dans. İki yüz yıl sonra ortaya çıkan ve ayaktakımına hitap eden Kabuki tiyatrosu ise Noh’a göre çok daha canlı bir gösteri.
Güzel ve seksi olmak zorunda olan geyşalarının aslında beden dilini mükemmel bir şekilde kullanan birer tiyatro sanatçısı olduğu ünlü bir geyşa olan Sayo Masuda’nın şu satırlarında gizli:
“İlk önce müşterinin yüzüne bakıp gözleriniz buluşana dek beklersin. Gözleriniz buluştuğu anda kirpiklerinizi birkaç kere kırpar, gözünüzü aşağı kaydırır ve sonra yeniden ona bakarsınız. Gözleriniz bu sefer de buluşursa zamanlaman harika demektir. Bir sonraki adımın çekici bir şekilde kızarmak olduğunu düşünürsün fakat bu böyle olmaz. Yanaklarının elinde olmadan kızardığı izlenimini vermelisin. Ellerini yüzüne koy, ayağa kalk ve koridora doğru hızlıca koş. Zamanım olduğu zamanlar bu hareketi aynanın karşısında çalışırdım. Bu sanata tam olarak hâkim olmak varlığını sürdürmek için şarttı.”
“Bir müşterinin önüne ilk çıktığında daha ilk bakışta ne tarz bir kadından hoşlandığını çözmelisin. Diyelim tatlı ve yardıma muhtaç bir tarzdan hoşlandığını hissettin, kendini çabucak o beklentiye adapte etmelisin.”
“Üzgün olduğunda gülebilmeyi, gülmek istediğinde ağlayabilmeyi bilmelisin…"
Geyşa dünyasında beden hep başroldedir. Örneğin çay seremonilerinde sergilenen koreografiye dayalı hareketler durağan ve konsantredir. Beden hareketlerine milimetrik bir şekilde vakıf olan geyşa kusursuz bir performans sanatçısı niteliğinde hareket eder bu ziyafetlerde. "Belirli bir hızla yürü, kimononun alt kısımlarının dalgalanması için küçük adımlar at. Bir kadın yürürken bir kumsala vuran dalgaların izlenimini uyandırmalı.” Mameha. (Arthur Golden, Bir Geyşanın Anıları)
Geyşaların sergilediği geleneksel Japon dansı Batıdaki emsallerinden çok daha farklıdır. Ayakkabı yerine tabi denilen özel çoraplarla yapılan bu dansta hareketler balenin aksine çok daha yavaştır ve dansı gerçekleştiren kişinin gökyüzü değil de zemin ile olan ilişkisine odaklanılır. Fakat tıpkı bale gibi yapan kişinin çok iyi gelişmiş kasları olmasını gerektirir.
Kelebek
Ya da düşen bir yaprak,
Dansımda
Hangisini taklit etmeliyim?
(Geyşa şarkısı)
Katı bir eğitim ama gülü seven dikenine katlanır…
Ünlü bir geyşa olmak için gerekli bazı koşullar vardır:
- Güzel olmalı ama çok güzel değil!
- Kadehi taşıyabilmeli ama sarhoş olmamalı!
- Kendini sanatına adamalı!
- Hoşsohbet olmalı ama daha iyi bir dinleyici olmalı!
- Sadece kendi bölgesi değil bütün geyşa camiasında itibarı olmalı!
Geyşalık müessesesinde en önemli nokta mükemmelliktir. Bunu sağlamak için de sıkı bir eğitim gerekir. Şamisen ve davul çalma, dans, çay töreni ve nagauta adı verilen şarkı söyleme yönteminde en iyisi olmak için çabalar tüm geyşa adayları.
Japonya da uzun süredir devam eden 6-6-6 denilen bir gelenek var. Profesyonel sanat kariyeri olması planlanan her çocuk resmi eğitimine altı yaşına girdikleri senenin haziran ayının altısında başlar. Sanatın daha klasik eğitimini alması planlananlarda ise bu yaş 3’e kadar iniyor. Lesley Downer bu eğitimi dünyanın en eski bale topluluğu Bolşoy Balesinin sıkı ve disiplinli öğrenci eğitimine benzetiyor.
Bir maiko geyşa olduktan sonra da eğitimine devam eder. Bir geyşanın hayatı telaşla geçer. Öğleye kadar ders alır. Öğleden sonra ve akşamları çalışır. Geceleri üç beş saatten fazla uyuyamaz. En başarılı geyşalar bile meslek yaşamları boyunca dans dersleri almaya devam ediyorlardı, içlerinde elli, altmış yaşlarında olanlar dahi bulunurdu.
"Eğer ruhumuzda olanı ifade etmek için kullanıyorsak, sergilediğimiz sanatın taktiği bedenimizdeki bütün hücrelerle bütünleşmiş olmalıydı. Ve bu yıllarca süren egzersiz demekti.” Mineko. (Mineko Iwasaki, Geisha, a Life)
Bu egzersizler katı ve sert, eğitmenler ise acımasızdır. Bir Geyşanın Otobiyografisi’nde “Bizim gibi savunmasız kişilerin tek dayanma yolu ne yaparlarsa yapsınlar karşı koymamaktı.” diyen geyşa Sayo Masudo bir ders ortamını işte böyle anlatıyor: “Geyşa kayıt okulundaki şamisen hocası ince, katı ve çillerle kaplıydı. Derslerde yüz yüze otururduk ve onun her hareketini dikkatle inceleyerek öğrenirdik. İki ya da üç hata yaptığınız anda elindeki mızrap havada uçar ve sertçe dizimize çarpardı. Dizlerimde morluk olmadığı bir zamanı hatırlamıyorum. Katlanmak zorunda kaldığımız tek acı şamisenin mızrabı değildi. Dans derslerinde öğretmen cetveliyle elimize, bacağımıza denk gelen her yerimize aniden vururdu. Bir cetvelin bu kadar can acıttığına hayret ederdim.”
Bu ortamda yetişen bu kızlar için iç disiplini sağlamak da sistemin bir dayatısıydı. “Oima teyze, her ne olursa olsun olaylar karşısında gerçek bir geyşanın hep sakin kalması gerektiğini bana defalarca söylerdi.” Mineka (Mineko Iwasaki, Geisha, A Life)
Peki, bunca acı ve zor şartlara rağmen neydi geyşalığı bu kadar çekici kılan?
“Geyşa dünyasının, ritüellerini heyecanla anlatan, tanıdıkları bazı geyşalardan gururla bahsedenlere, peki sen kendi kızının geyşa olmasını ister miydin diye sorduğumda hemen hepsi gözlerini benden kaçırarak şöyle mırıldandılar: ‘İşte bu zor bir soru.’” (Lesley Downer, Women of the Pleasure Quarters: The Secret History of the Geisha)
Sıkı bir disiplin çerçevesinde uygulanan eğitim öylesine sertti ki bedenen de ruhen de sıkça canı yanardı bir geyşanın fakat tüm disiplin ve ağır çalışma şartlarına rağmen geyşalık her kızın rüyasıydı.
“Ben bu çevreye hiç de layık biri değildim. Sonra birdenbire vücudumu saran o şahane ipekli kumaşın farkına vardım ve güzellik içinde boğulacağımı hissettim. O anda güzelliğin kendisi bana acı veren bir melankoliymiş gibi göründü.” Nitta Sayuri (Arthur Golden, Bir Geyşanın Anıları)
Peki neden?
Her şeyden önce romantik bir meslekti geyşalık. Dönemin önde gelen geyşaları süper model, şarkıcı ve aktrislere eşdeğer bir pozisyonda oldular hep. Ayrıca yaşadıkları dönemin kimono ve obi trendlerini belirleyerek moda öncüleri de olmuşlar. Bu gizli dünyaya bakınca o dönemin pek çok mühim olayında yer aldığını görüyoruz geyşaların. Ülkeni önemli pozisyondaki adamlarına eşlik ederek arkadaş, sırdaş, metres ve hatta bazen karıları olmuşlar. Ortaya çıktıkları dönemdeki popüler kültürün bir nevi divası ve kraliçesiydi geyşalar. Onlarla beraber olan erkekler kendilerini havalı bir samuray ya da zengin bir tüccar gibi hissediyorlardı. İşte bu yüzden 1930’ların Gion Kobu’sunda iş dünyası ve aristokrasinin üst sınıf adamları en popüler geyşaya destek olmak için birbirleriyle adeta yarışıyorlardı. Ve eğer bir geyşanın şansı varsa bu bağlantılar sayesinde hiç açılmayacak kapıları sonuna kadar açabilirdi. Bunun tarihteki örnekleriyse bir hayli fazla:
19. yüzyıl ikinci yarısının önemli geyşalarından biri olan Sada Yacco, Amerikan başkanı ile yemek yemiş, Picasso tarafından tablosu yapılmış bir geyşaydı. Daha sonra Japonya’nın meşhur bir sanatçısı oluyor. Geyşa Oyuki de George Morgan adında bir milyonerle beraber oluyor. Evlenip Paris’e gidiyorlar ve geyşa dünyasında Oyuki’nin ismi bir efsane haline geliyor.
Geyşalık sisteminde Beden, Ruh ve Acı:
Bedende duyulan acı disiplinin öncelikli şartıydı. Senenin en soğuk zamanlarından birinde bahçede şamisen ve davul çalışmak da bunlardan biriydi. “Davul çaldığım elim üşümekten acır, çatlayan yerlerden kan akardı. İşte böyle zamanlarda tek düşündüğüm neden doğduğum olurdu. Beni bu dünyaya getirip kenara atan ailemden nefret ederdim.” Sayo (Sayo Masuda, Autobiography of a Geisha)
Buzdan donan parmaklarıyla çalmayı öğrendiği şamiseninden çıkan yumuşacık, titrek melodilere eşlik ederken aslında mutlu değildir bir geyşa. Ruhu acır sevememekten ötürü. Aşk ve âşık olmak yasaktır ona çünkü. Japon kültüründe hedonizm, tensel zevklere düşkünlük ve erotik sanat kısıntı olmayan bir gelişmeye açıktı. Sofistike bir kalıpta varlık gösteren bu durum geyşa dünyasında da böyleydi. Asıl tabu olan seks ya da tensel zevkler değil “âşk”tı. İşte o yüzden bir geyşanın âşık olması yasaktı. Dönemin Japon kadınları arasında en özgür olduğu düşünülen geyşaların ruhları aslen altın bir kafeste kilitliydi.
Endişeyle seni bekliyorum,
Uykuya dalamadan uyuklayarak.
Yastığımın üzerine uçuşan bu kelimeler
Aşk kelimeleri mi,
Yoksa bu da bir rüya mı?
Gözlerim açık, göz yaşlarıyla sırılsıklam olmuş elbisemin kolu.
Belki de aniden bir yağmur yağmıştı.
Geisha Şarkısı
“Geyşalar tarafından yönetilen fantezi dünyasının para biriminin aşk olmasına rağmen, bir geyşanın âşık olması faciaya eş değerdi. Aynı şekilde bir geyşaya âşık olmanın ateşle oynamaktan farkı yoktu.” (Lesley Downer, Women of the Pleasure Quarters: The Secret History of the Geisha)
Kar beyazı cildimi
Tamagawa nehrinin saf sularında yıkadım.
Kavgamız yavaş yavaş sakinleşmişti.
Ve, o benim saçlarımı gevşetti,
Darmadağındım.
Onu hatırlamayacağım
Ama gel gör ki tamamıyla da unutmayacağım,
Baharı bekleyeceğim.
(Geisha Şarkısı)
Dansında neyin eksik olduğunu anlamaya çalışan, dönemin ünlü geyşalarından Mineko Iwasaki’nin otobiyografisinde paylaştıkları geyşa dünyasında beden ve ruh ilişkisini yine aşk çerçevesinden öyle güzel ortaya koyuyor ki: “Kendime olabildiğince eleştirel açıdan bakmaya çalıştım. Hareketlerimi her açıdan analiz etmeyi, mimiklerimi mükemmelleştirmeyi denedim. Ama etkileyiciliğin bir unsuru eksikti. Uzunca ve çokça düşündüm. Ne olabilirdi? Nihayet anladım ki sorunum bedensel değil ruhsaldı. Sorun hiç âşık olmamış olmamdı. Dansımda eksik olan duygu derinliği ancak yaşayacağım tutkulu bir aşk deneyiminden sonra mümkün olabilirdi. Gerçek bir aşk ya da kayıp yaşamadan bunları nasıl sergileyebilirdim?”
Bazen neden bağırıldığını bile anlamaz bir geyşa adayı. Sadece susar içinde fırtınalar kopsa dahi. "Sebebini bilmeden azar işittiğim öyle çok zaman olurdu ki… İşte o zaman fark ettim geyşa dünyasının bildiğim dünyadan çok ama çok farklı olduğunu.” Geyşa Umechika (Rob Waring, The Life of a Geisha)
Ruhu kadar bedeni de sürekli acı içindedir... Maiko saç stilini yaptırmak için kuaför koltuğuna oturan bir geyşa kıvrılıp bükülen çekilen saçın verdiği acıya göz yummuştur artık. Hatta kafasının tam tepesinde oluşacak kelliğe de… Kuaförün bir heykeltıraş edasıyla yarattığı özel saç stilinin yol açtığı ortak problemlerden biridir maikoların kafa tepelerinde oluşan kellik. Başın üst kısmında toplanan saç öbeği bambu bir şeritle sıkıca toplanır. Bu da saçı gererek köklere sürekli bir baskı yapar. Beş gün boyunca bu şekilde kalan saç, kafa derisini de tahriş eder. Tahriş olan kafa derisini kaşımanın tek yolu sivri uçlu saç tokalarıdır. Bu da saç köklerinin daha da fazla kırılmasına yol açar. Birkaç yıl içerisinde bu nokta kelleşmeye başlar. Bunca zahmetten sonra yumuşacık bir yastık hayaldir artık. Saç şeklinin bozulmaması için “takamakura” denilen, boynu yerleştirmek için içinde oyuğu bulunan, beşiği andıran tahtadan bir yastığa yerleştirir ufacık kafasını. Uyku haramdır…
Geyşa kültüründe bedensel kısıtlamalar da oldukça fazlaydı. Üzerlerine giydikleri kimononun giyip çıkarması son derece zor olduğundan (Zaten gerçek bir geyşa kostümünü tek başına giyemez, bu kıyafetleri onlara giydiren erkek yardımcıları olurdu.) bir kere giyindikten sonra tuvalete gitmeleri son derece zordu. O yüzden dışarıda oldukları müddet boyunca içtikleri sıvılara dikkat etmek zorundaydılar.
İmrenilen güzellikteki bu kadınların ruhları çoğunlukla yaralıydı: “Herkesin -arkadaşların, kız kardeşlerin hatta annenin bile- sana rakip olduğu bir dünyada yaşamayı hayal etmek son derece zor. Bu durum benim için son derece kafa karıştırıcıydı. Arkadaşı düşmandan ayırt edemiyor, kime ve neye inanacağımı bilmiyordum. Bunun üzerimde psikolojik bir bedeli oldu. Ruhsal problemle yaşamaya başladım. Dönemsel kaygı, uykusuzluk ve konuşma güçlüğü çekiyordum.”(Mineko Iwasaki, Geisha a Life)
“Bu dünyayı bilmeyen ve sadece yüzeyini gören biri için sanırım oldukça gamsız gözüküyoruz; ama içten içe daima acı ve üzüntü gözyaşları döküyoruz.” Sayo (Sayo Masuda, Autobiography of a Geisha)
Tüm bu acıları gizli gizli çekerken etrafa gülümseyen, en kodamanlara dahi fantezi dünyasının kapılarını sonuna kadar açan bu gencecik kadınlar hayatları boyunca hem ruhlarını hem de bedenlerini en mükemmel şekilde kullanarak geçmişle gelecek arasında kalmış bir geleneğin tarihini yazdılar…
Sayıları gittikçe azalan geyşalar bugün artık eğlence endüstrisinin kalbinde yer almıyorlar. Kimilerine göre artık çağ dışı bir gözle bakılsalar da Lesley Downer’a göre onlar değerli taşlar gibiler. Azalsalar da hiçbir zaman yok olmayacaklar ve değerleri her zaman artmaya devam edecek!