2019’u geri bıraktıktan sonra nice umutlarla karşıladığımız 2020’nin keyfini doğru düzgün süremedik. Bugün dönüp kendimize ve çevremize şöyle bir baktığımızda “sanki hiç bitmeyecek bir pandemi”nin tam ortasında çoğu zaman ne yapacağımızı kestiremez bir halde buluyoruz kendimizi. Olumsuz duygularımızı adını bugüne kadar hiç duymadığımız bir virüs üzerinden tanımlarken maskelerle gizlenen yüzlerdeki bir gülümsemeye hasret kaldık. Akıp giden aile, iş ve sosyal hayatlarımızda bir sürü değişim yaşıyoruz. Sevdiklerimizi öpemiyor, onlara sarılamıyoruz. Çocuklarımızın saçlarını tarayıp onları okula gönderemiyoruz. Bu sürecin ne zaman son bulacağı ise kocaman bir soru işareti. Her kafadan ayrı bir ses çıkarken kime güveneceğimize karar vermek bile son derece zor geliyor. 

Son aylarda birçok kişi düğün, cenaze, mezuniyet, doğum gibi yaşamlarındaki önemli olayları belirli kurallar çerçevesinde yaşamak zorunda kaldı. Görülen o ki bu olağanüstü durum(lar)a uyum sağlamak her ne kadar zor olsa da bir yandan hayat akıp gidiyor. Nesillerdir yaşanmamış bir zorlukla karşı karşıya olmamız ya da virüsün hayatımızı kontrol altına aldığı gerçeği gözümüzü tamamen karartmamalı. Nitekim bu süreçte bizler de insanoğlu olarak tam anlamıyla çaresiz değiliz ve yapabileceklerimiz var. 

Her ne kadar bunalmış olsak da ve her ne kadar artık bir klişe olmuş olsa da zihinlerimize kalın fontla kazıyacağımız bir cümle var ki o da “Kurallara uyduğumuz sürece güvendeyiz!” Mesafe ve hijyeni sağlamak ve devam ettirmek yaşamakta olduğumuz onca karmaşanın arasında çok da zor olmamalı. Fark etmesek de ya da direkt olarak dile getirmesek de aslında bu süreçte bizleri en çok zorlayan şeylerden biri yalnızlık hissi. Halbuki yaşanan sürecin adı global pandemi olunca bunun tam tersi bir durum söz konusu. Asla yalnız olmadığımız gibi kaygı, panik, korku, umutsuzluk ve çaresizlik gibi olumsuz duygular açısından bakarsak değil bireysel tüm dünyada küresel bir paylaşım yaşanıyor. Siz bugün okula gidemeyen, bilgisayarla bağlantı kuramadığı için derslerinde sıkıntı yaşayan, panik olan çocuğunuzu yatıştırmaya çalışırken dünyanın diğer ucunda bir başka ebeveyn sizinle birebir aynı çabayı gösteriyor. Bu süreçte kaybettiğiniz bir sevdiğinize son yolculuğunda istediğiniz gibi veda edememenin ağırlığı yüreğinizi ezerken, aynı ağırlık binlerce kilometre ötede yaşayan birinin kalbine de oturuyor. Paylaşım, özellikle de olumsuz duyguların paylaşımı kısmen de olsa rahatlatan bir durumdur. Bu yüzden yalnız olmadığımızı kendimize sık sık hatırlatmalıyız.
Korona ortaya çıktığı andan bu yana hayatlarımızda can ve sağlık kaybı, iş ve para kaybı, eski alışkanlıklar ve sosyalliğin yitirilmesi gibi birçok kayba yol açtı. Yaşanan her kayıp geride kalan bizler için ayrı birer keder unsuru oldu ve olmaya devam ediyor. Pandemi sürecini bu açıdan değerlendirirsek kederle baş etmenin en etkin yollarından olan “duyguyu kabul etmek” ve “anlamlandırma” yöntemlerini bu dönemde de uygulamak mevcut üzüntümüzü azaltmakta bizlere yardımcı olacaktır. Kaybedilen bir şeyin arkasından üzülmek normaldir ve bu duygu geçicidir. Bu gerçeği kabul ettiğimiz takdirde mutlu ve umutlu hissetmek gibi diğer uçtaki duyguların varlığını kabul etmek kolaylaşacaktır. Üzüntü ve kederi kabul etmenin yanısıra bu zor duygulara anlam vermek ve derinleştirmek duyguların hasır altı edilip sonrasında daha zarar verici bir şekilde ortaya çıkmasını engeller. O yüzden Sigmund Freud’un şu meşhur sözünü hatırlayalım ve koronanın yol açtığı tüm olumsuz duyguları kabullenelim ve bunları yaşamak için kendimize izin verelim: 

“İfade edilmemiş duygular asla ölmez. Sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.”

Klinik Psikolog Şehnaz Tuna
27.10.2020