Yaşam kayıpları ve finansal güçlükler gibi kontrolümüz dışında ortaya çıkan tüm bu olumsuz gelişmeler dünyayı kasıp kavuran bir çaresizlik, kaygı ve umutsuzluk dalgası yaratmıştır. COVID-19 pandemisini diğer travmatik olaylardan ayırt eden özelliği “zamana yayılmış” olmasıdır. Örneğin, bir terör saldırısında korkunç olay olup bittikten sonra insanlar hayatlarını yeniden düzene sokmak için hemen girişimde bulunmaya başlayabilmişken pandeminin süregelen doğası etkisinin de zamana yayılmasına yol açmıştır
COVID-19 öncesi ruh sağlığı problemi yaşayanlar pandemi sürecinde çok daha zorlandılar ve normalleşme sürecinde de zorlanmaya devam etmektedirler. Örneğin, bir Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) hastasının semptomları normalleşme süreci dahil tüm pandemi dönemi boyunca artış göstermiştir. Bunun sebeplerinden biri hastanın en büyük korkusu olan “mikrop kapma ve bulaştırma” artık bir düşünce ya da sadece bir hayal olmaktan çıkıp global bir gerçek haline gelmiştir. Bunun yanısıra OKB’yi karakterize eden üç önemli davranış şekli aynı zamanda karantina ve normalleşme sürecini tanımlayan tedbirleri de tanımlamaktadır:
Temizlik: Virüs kapmamak için sürekli yıkanmak.
Kontrol: Eşyaların ve kendisinin temiz olup olmadığını sürekli kontrol etmek.
Sayma: Temizlik davranışını sayıya dökmek.
Yine benzer bir şekilde psikoz yaşayan ya da Paranoid Bozukluğa sahip bir kişinin bütün semptomları sürecin belirsiz ve tekinsiz olma özelliğinden dolayı alevlenmiştir.
COVID-19’dan korunmak için anons edilen sosyal mesafe gibi tedbirleri karantina dönemindeyken bile uygulamak zorlayıcıyken yaşamın nispeten eski haline dönmeye başladığı normalleşme sürecinde bu tedbirleri uygulamaya devam etmek “sosyal bir varlık” olan insanoğlu için oldukça fazla zorluk teşkil etmektedir. Aynı şekilde iş hayatında da gerek ağırlıklı olarak evden çalışma düzenine geçilmesi gerek işyerlerinde alınan yeni tedbirler sayesinde sosyal etkileşim de kısıtlanmış durumdadır. Pandemi öncesi yaşantımızda gayet sıradan aktivitelerimizden biri olan gündelik paylaşımlarımız artık bir lüks haline geldi. Var olan mevcut paylaşımlar ise karşımızdakinin gülümsemesini bile doğru düzgün göremediğimiz, maskeler arkasına gizlenen iletişim çabalarından ibaret olmaya başladı. Normalleşmenin eski hayatımıza kıyasla çok daha meşakkatli olma özelliğine bağlı olarak süreçle baş etmede alkol, madde ve kaygı giderici ilaçlara başvurma olasılığı da oldukça yüksektir.
Normalleşme sürecinde kaygının son hız devam ettiğini söyleyebiliriz. Dünyanın üçüncü en büyük, Türkiye’nin ise en büyük araştırma firması olan Ipsos’un Türkiye CEO’su Sidar Gedik yapılan araştırmaların sonuçları doğrultusunda normalleşmeye rağmen “endişenin baki olduğunu” öne sürmüştür. Kontrolün halen tam anlamıyla geri gelmediği bu süreçte maruz kalınan stresten dolayı depresif duygu durumu ve buna bağlı intihar vakalarında artış gözükebilir. Bu yüzden normalleşmeye geçiliyor olması demek ruh sağlığımızın ihmali anlamına gelmemelidir. İlerleyen süreçlerde aşı ve ilaçlarla virüs kontrol altına alınsa da Travma Sonrası Stres Bozukluğuna bağlı olarak gelişecek ruh sağlığı hastalıkları dünya üzerinde var olan toplumları uzun bir süre etkisi altına alacaktır. Tedavi edilmediği takdirde pandemiye bağlı ortaya çıkmış psikiyatrik hastalıklar sosyal, ailevi, akademik ve iş gibi insan yaşamının her alanında uzun vadeli, ciddi sosyal ve finansal problemlere yol açacaktır.
Pandemi sürecinde virüse bağlı ikinci dalganın ne zaman geleceği ya da ne kadar süreceği konusunda net bir bilgi henüz mevcut olmasa da ruh sağlığında ikinci bir dalganın var olduğu muhakkak. Tıpkı karantina döneminde olduğu gibi normalleşme sürecinde de rutini muhafaza etmek ve gerek birey gerek uzmanlar olarak şahsi ve toplumsal ruh sağlığı konusunda eskisine kıyasla çok daha duyarlı olmak belirsizlikle mücadele en önemli ve etkin silahlarımız olacaktır.
Klinik Psikolog Şehnaz Tuna
[email protected]