Hayatımızın farklı evrelerinde değişik şekillerde sever ve seviliriz: Çekirdek ailede anne, baba, kardeş, çocuk sevgisi, okul döneminde öğretmen, okul, arkadaş sevgisi, ergenlikte kız ya da erkek arkadaş sevgisi, yetişkinlikte karı, koca, evlat, iş, iş arkadaşları sevgisi, yaşlılıkta torun sevgisi… Bu evreler birbirinin içine geçme suretiyle her zaman düz çizgide ilerlemese de zamandan bağımsız bazı sevgiler vardır ki, Allah sevgisi, yaşam sevgisi, vatan sevgisi, doğa sevgisi ve hayvan sevgisi bunların en başta gelenleridir.
Erich Fromm, “Sevme Sanatı” (2017) eserinde sevgiyi yetenek gerektiren bir sanata benzetse de aslında sevmek kabiliyet gerektirmez çünkü sevgi doğduğumuz gün içimize ekilmiş, beslenip bakıldıkça büyüyen bir tohumdur. İnsanoğlunun tattığı ilk ve sevgiler arasında en kutsal olanı anne sevgisidir. Doğar doğmaz ana kucağına düşen bebekler dünyaya gözlerini açtıkları o ilk dakikalarda bu yüce sevgiyi tadabildikleri için ne şanslıdırlar. Nitekim, doğum ertesi annesini kaybeden ya da anneleri tarafından terk edilen şanssız bebeklerin sayısı öyle çok ki... Anne sevgisinin önemini vurgulayan değerli çalışmalardan biri Harlow’un 1971 yılında maymunlarla gerçekleştirdiği deneylerdir. Annenin ağırlıklı olarak birincil dürtülerin -özellikle açlık, susuzluk ve acının- azalmasıyla ilişkilendirilmesi ve sevginin öğrenme yoluyla türetildiği görüşüne karşı çıkan Harlow bu deneylerinde tel ve tahta kullanarak, maymuna pek benzemeyen, temsili ve cansız "vekil anneler" üretti. Bu vekil annelerin bazılarını yumuşak kumaşla kapladı, diğerlerini ise sadece tel olarak bıraktı. Deneyde iki farklı ortam yaratıldı. Birinci ortamda telden yapılmış vekil anneye içinde besin olan bir biberon yerleştirildi. Kumaş kaplı annenin biberonu yoktu. Diğer ortamda bu sefer kumaş kaplı annelerde biberon vardı ama tel annelerde yoktu. Deneyin sonucuna göre yavrular, her iki durumda da kumaşla kaplı olan vekil anneyi tel anneye tercih ettiler. Elinde biberon olmayan kumaş annelere sarılan yavrular, karınları acıktığında biberon olan tel anneye gidiyor, karınlarını doyurduktan sonra kumaş kaplı annelerine geri dönüyorlardı. Biberonlu kumaş annenin tercih edilmesi beklenen bir durumken kumaş kaplı annenin biberonsuz olsa da tercih edilmesi Harlow’un savını doğrulamıştı. Bebekler vekil annelere karınlarını doyurmak için değil yumuşak ve sıcak bedenleri için bağlanıyorlardı. Kısacası Harlow’un "sevgi deneyleri" olarak da tanımlanan araştırmalarının sonuçları sevginin çocuk gelişiminde çok önemli bir yere sahip olduğunu net kanıtlarla ortaya koymuştu.
“Sevdiğiniz çiçek milyonlarca yıldızdan yalnız birinde bile bulunsa yıldızlara bakmak mutluluğumuz için yeterlidir.”
Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens
Sevgi mi? Aşk mı?
aşk.
Bir varlığı tutkuyla ve nâmütenâhi bir özlemle sevme.
Ayakları yerden kesen, dizlerin bağını çözen, karında kelebekler uçuşturan, yüreğini yerinden söken, aklı baştan alan tarifsiz bir sevdâ. Dilimize Arapçadan geçmiştir. Şiddetli ve yakıcı sevgi mânâsındakik ışk kelimesinden evrilmiştir.
LÛGAT 365. Bazı Kelimeler Çok Güzel.
Sevgiyle aşk zaman zaman karıştırılsa da aslında birbirinden çok farklı iki olgudur. Aşk hercai bir sevgili, sevgi ise dört başı mamur sevendir. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde aşk cinayetlerini sıkça okuruz, peki şimdiye kadar sevgiye dayalı bir cinayet haberi duydunuz mu hiç? Aşk bencil bir çocuk, sevgi fedakâr bir anneye benzer. Aşk tutkunun ateşiyle yakarken sevgi şefkatle uyutur. Aşık doluya tutulur, sevenin kafasında tatlı bir meltem eser. Aşk mevsimlik, sevgi ise ömürlüktür…
İnsanlar, tıpkı sevgi gibi aşk olgusunu da yüzyıllardır tanımlamaya ve onu sınıflandırmaya çalışmışlardır. Aşkı sınıflayarak tanımlayan Amerikalı psikolog Robert J. Sternberg’in (1986) “Aşk Üçgeni Kuramı” aşkın bir üçgenin köşelerini oluşturduğu düşünülebilecek üç bileşen açısından anlaşılabileceğini savunur. Bu teoride üçgen, katı bir geometrik modelden ziyade bir metafor olarak kullanılır. Bu üç bileşen; samimiyet (yakınlık), tutku ve karar/bağlılıktır. Her bileşen aşkın farklı bir yönünü gösterir.
Samimiyet (Yakınlık): Samimiyet, sevgi dolu ilişkilerde yakınlık, bağlanmışlık ve bağlılık duygularını ifade eder. Bu nedenle, sevgi dolu bir ilişkide esasen sıcaklık deneyimine yol açan duyguları kapsar.
Tutku: Tutku, aşk ilişkilerinde romantizme, fiziksel çekiciliğe, cinsel tamamlanmaya ve ilgili fenomenlere yol açan dürtüleri ifade eder. Tutku bileşeni, sevgi dolu bir ilişkide tutku deneyimine yol açan motivasyon kaynaklarını ve diğer uyarılma biçimlerini kapsar.
Karar/taahhüt: Karar/taahhüt, kısa vadede kişinin bir başkasını sevme kararına ve uzun vadede kişinin bu sevgiyi sürdürme taahhüdüne atıfta bulunur. Karar/bağlılık bileşeninin bu iki yönü mutlaka birlikte gitmez, çünkü kişi uzun vadede aşka bağlı kalmadan birini sevmeye karar verebilir veya birinin diğerini sevdiğini kabul etmeden bir ilişkiye kendini adayabilir.
Aşkın üç bileşeni birbiriyle etkileşime girer: Örneğin, daha fazla bağlılık daha büyük bir yakınlığa veya daha az olasılıkla daha büyük tutkuya yol açabileceği gibi, daha fazla yakınlık daha fazla tutkuya veya bağlılığa yol açabilir. Genel olarak, bileşenler ayrılabilir, ancak birbirleriyle etkileşimlidir. Her üç bileşen de sevgi ilişkilerinin önemli parçaları olsalar bile önemleri bir ilişkiden diğerine veya belirli bir ilişki içinde zaman içinde farklılık gösterebilir. Aslında, bileşenlerin farklı kombinasyonlarının durumları sınırlandırılarak farklı aşk türleri üretilebilir.
Aşkın üç bileşeni, birlikte düşünüldüğünde sekiz olası aşk türü üretir. Bu tür aşkların aslında sınırlayıcı durumlar olduğunun farkına varmak önemlidir: Hiçbir ilişkinin herhangi birinin saf durumu olması muhtemel değildir. Sevgisizlik, basitçe sevginin üç bileşeninin de yokluğu anlamına gelir. Hoşlanma, tutku ve karar/bağlılık bileşenlerinin yokluğunda yalnızca sevginin yakınlık bileşeni deneyimlediğinde ortaya çıkar. Delice aşk, aşkın diğer bileşenlerinin yokluğunda tutku bileşeninin deneyimlenmesinden kaynaklanır. Boş aşk, kişinin bir başkasını sevdiği ve aşkın hem yakınlık hem de tutku bileşenlerinin yokluğunda bu aşka bağlı olduğu kararından kaynaklanır. Romantik aşk, yakınlık ve tutku bileşenlerinin birleşiminden kaynaklanır. Arkadaşça aşk, yakınlık ve aşkın karar/bağlılık bileşenlerinin bir kombinasyonundan kaynaklanır. Budala aşk, yakınlık bileşeninin yokluğunda tutku ve karar/bağlılık bileşenlerinin birleşiminden kaynaklanır. Mükemmel ya da tam aşk, üç bileşenin tam birleşiminden kaynaklanır.
Aşk Üçgeni’nin geometrisi iki faktöre bağlıdır: aşk miktarı ve aşk dengesi. Aşk miktarlarındaki farklılıklar, aşk üçgeninin farklı alanları ile temsil edilir: Aşk miktarı ne kadar büyükse, üçgenin alanı da o kadar büyük olur. Üç tür sevginin dengelerindeki farklılıklar, farklı üçgen şekilleri ile temsil edilir. Örneğin, dengeli aşk (her bileşenin kabaca eşit miktarları) bir eşkenar üçgen ile temsil edilir. Aşk sadece tek bir üçgen içermez. Daha ziyade, çok sayıda üçgen içerir, bunlardan sadece bazıları teorik ve pratik açıdan ilgi çekicidir. Örneğin, gerçek ve ideal üçgenleri karşılaştırmak mümkündür. Birinin yalnızca diğerine olan sevgisini temsil eden bir üçgeni değil, aynı zamanda bu ilişki için ideal bir ötekini temsil eden bir üçgeni vardır. Son olarak, duygu üçgenleri ile eylem üçgenleri arasında ayrım yapmak önemlidir.
“Çünkü aşk küllîdir. Bütünler, bir’ler.“
Nazan Bekiroğlu, Lâ: Sonsuzluk Hecesi
Teoriler bir yana yadsıyamayacağımız bir gerçek var ki o da sevginin tabiatının doğa kanununa aykırı işlediği… Nitekim zaman içerisinde canlı cansız her şey eskiyip yok olurken eskidikçe sağlamlaşan, zaman geçtikçe çoğalan tek şey sevgidir. İnatçıdır da... Kıyamet kopsa, darbe üstüne darbe alsa asla yıkılmaz. Bitmeyen bir kaynak gibi akar durur. Ölümün nötrleştirmediği hatta çoğu zaman arttırdığı yegâne duygulardan biridir sevgi. Ölüp giden birini eskisinden daha fazla sevmez miyiz? “Şifa niyetine” denilen bir şey varsa, yaşamda en güçlü şifa sevgidir. Yeryüzünde olumsuz ne kadar duygu varsa hepsini içinde eritip yok etme kapasitesine sahip bu duygu ruhumuzun ilacıdır. Kırık kalpleri iyileştirir. Nasıl ki hayatta kalmak ve sağlıklı yaşamak için bedenimizin yemeğe ve suya ihtiyacı varsa ruh sağlığımız için de gerekli olan en önemli şey sevgidir. Sevmeden yaşayabiliriz ama sevilmeden geçen bir yaşam, yaşam değildir. Neredeyse tüm psikolojik sorunların altında yatan sebep sevgisizlik ve sevgi eksikliğidir. Sevgi görmediğimiz zaman değersiz hisseder bundan dolayı biz de kendimizi sevmemeye başlarız. İçinden çıkılması zor bir döngüye gireriz. Sonra bu döngüye mutsuzluk, umutsuzluk, çaresizlik ve suçluluk gibi diğer olumsuz duygular eklenmeye başlar. Depresyon ve Kaygı Bozukluğu gibi rahatsızlıklar sevilmemek ya da sevilmediğini düşünmenin nispeten hafif sonuçlarıdır. Nitekim, çocukluk profilleri çıkartılan seri katillerin hemen hepsinin ortak özelliği sevgisiz aile ortamlarıdır. Ya da sırf sevgisizliğe bağlı yalnızlıktan dolayı gerçekleşen intihar vakalarının sayısı bir hayli fazladır.
Bir beklentiye bağlı ya da şartlardan dolayı yaşanan sevgi gerçek sevgi değildir. Gerçek sevgi birini ya da bir şeyi her şeye rağmen sevebilmektir. Asıl olan “ben” ya da “biz” değil “önce sen” diyerek sevmektir. Sevgi bonkör olduğu kadar sınırsızdır da... Soyut ya da somut, canlı ya da cansız birçok şeye sevgi besleyebilir, herkesin sevdiğini sevebileceğimiz gibi hiç kimsenin sevmediğini de sevebiliriz. Hatta gün gelir milyonlarca yıldızın birinde bulunan bir çiçeği severiz. İşte o zaman, kafamızı kaldırıp gökyüzündeki yıldızlara bakmak mutluluğumuz için yeterli olacaktır…
(*) Nazım Hikmet
KAYNAKÇA
- Fromm, E. (2017). Sevme Sanatı. M. Batmankaya. (Çev.) İstanbul: Say.
- Harlow, H. F. (1958). The Nature of Love. American Psychologist, 13, 573-685.
- Saint-Exupery, A. (2015). Küçük Prens. C. Süreyya & T. Uyar. (Çev.) İstanbul: Can.
- Sternberg, R. J. (1986). Duplex Theory of Love: Triangular Theory of Love and Theory of Love as a Story. (Çevrimiçi). URL: http://www.robertjsternberg.com/love
Kl. Psk. Şehnaz Tuna
27 Mayıs 2022