… Ve benim bu kadar dikkatli olduğumu gören kılavuz dedi: 
“Ateşlerin içindeki ruhlardır: her biri kendini yakan şeyi giyiyor.”
Dante, Cehennem

İnsanoğlunun iyi mi yoksa kötü mü olduğu varoluştan bu yana tekrar tekrar sorulan bir sorudur. Toplum tarafından yozlaştırılan temelde iyi bir doğaya mı sahibiz? Yoksa toplum tarafından kontrol altında tutulan kötü bir doğamız mı var? Yale Üniversitesi'nde kuklalar kullanılarak bebekler üzerinde gerçekleştirilen deney en genç insanların bile doğru ve yanlış duygusuna ve ayrıca iyiyi kötülüğe tercih etme içgüdüsüne sahip olduğunu göstermiştir (Stafford, 2013). O halde kötü kime denir? İnsan neden kötüleşir? 

İnsan zulmünü anlamaya yönelik çalışmalarında kötülüğü “empatinin erozyonu” olarak tanımlayan Baron-Cohen (2011) empatinin kötülüğe katkıda bulunan tek bileşen olmasa da son ortak yol olduğu konusunda net bir görüş sunar. Neden bazı insanlar diğerlerinden daha fazla veya daha az empatiye sahip ve empati kaybolduğunda ne oluyor? Empatiye sahip olmayan bir grup insan var ki onları “sosyopat” olarak adlandırıyoruz. Klinik Psikolog Marta Stout anti-sosyal davranışı incelediği çalışmaları doğrultusunda sosyopatların başlıca üç özelliğe sahip olduklarını belirtir: 

  1. Tutku, empati, aşk gibi sıradan insanların duygularına sahip değildirler. 
  2. Vicdan azabı çekmezler. 
  3. Utanmaz ve suçluluk hissetmezler. Ve bütün bunları yakın çevrelerinden bile gizleyebilirler. 

Amerikalı yazar Jeff Lindsay’in Darkly Dreaming Dexter (Dexter’ın Karanlık Rüyaları) kitabına dayalı ünlü TV dizisi Dexter’ın sadece başkalarını öldüren bir seri katil olan baş karakteri Dexter Morgan da bir sosyopattır. Ünlü adli bilimler ve kriminalistik uzmanı Prof. Dr. Sevil Atasoy, Dexter’ın geniş bir izleyici kitlesi tarafından severek izlenmesini, insanın nasıl şeytanlaştığına dair yazılarını kaleme aldığı Yeraltındaki Melekler Yerüstündeki Şeytanlar isimli kitabında şöyle sorgular: "Eğer siz de milyonlar gibi keyifle ‘Dexter’ izleyen biriyseniz bunun nedenini hiç düşündünüz mü? Gündelik olaylardan kopartıp, fantastik bir dünyaya götürdüğü için mi? Yoksa sizi içinize gömdüğünüz ve kendinizin bile farkında olmadığı zifiri karanlıkta dolaştırırken cinsellik, ölüm, şiddet ve kanı kurcaladığı için mi?” (Atasoy, 2013) Atasoy’un yönelttiği bu sorunun cevabını net bir şekilde telaffuz etmek bir hayli zor ama kesin olan bir gerçek var ki o da gittikçe artan bir şiddet ortamının ortasında kaldığımızdır… İnsanlığın, etrafımızda gizlenen ve hayatımızı tehdit eden karanlık bir yüzünün olduğu gerçeği ile birlikte tecavüzcüler, çocuk istismarcıları, seks suçluları ve eşlere ve çocuklara karşı aile içi şiddet eylemleri sergileyen kişilerin sayısı gün geçtikçe çoğalmakta.

Seri katillerle yaptığı beş yüzden fazla görüşmeden sonra bulgularını yayınladığı Serial Killers isimli kitabında suçun, doğanın ve yetiştirmenin bir ürünü olduğunu savunan kriminoloji uzmanı psikolog Joel Norris (1988) seri katilleri halk sağlığı sorunu olarak tanımlar, ona göre seri katil insan doğasının en karanlık tarafını sahiplenmiştir. Yazarın görüştüğü, suç işleyen bireylerin çoğunluğu, kişilik ve gelişimsel bozuklukları olan bireylerdi. Bu katillerin hikayeleri farklı olsa da tarihçelerinde var olan ebeveyn istismarı, ihmali, çocukluktaki bilişsel yetersizlikler, alkol ve uyuşturucu istismarı kalıpları hemen hemen aynıydı. Negatif ebeveynlik, katillerin geçmişlerinde her zaman mevcuttu. (Ünlü seri katiller Jeffrey Dahmer ve Ted Bundy'nin akrabaları tarafından cinsel istismara uğradığına dair kanıtlar vardır.) Çocukluğunda merhametsizce davranılan seri katil, tüm insanlığa karşı olan öldürücü bir öfkeyle büyür. Çocuk kurban, saldırgan bir yetişkine dönüşür ve hazzı ancak acıyı tatbik ederek yaşar. Sadece ölüme yol açtığında yaşadığını hissedebilir. 

"Biz seri katiller sizin oğullarınız ve kocalarınızız, biz her yerdeyiz. 
Ve yarın çocuklarınızdan birçoğu daha ölmüş olacak." 
Ted Bundy

Bir insan acı çeken başka bir insana karşı acıma duygusunu nasıl yitirebilir? Shakespeare'in trajik başyapıtı Othello'da kötü niyetli Iago, görünürde bir sebep olmaksızın soylu kahramanı yok etmek için yola koyulur. Ne de olsa, Iago'nun Othello'nun hayatını mahvetmekten kazanacağı hiçbir şey yoktur. Ve yaptığı gerçekten de kıskançlıktan ya da intikamdan dolayı değildir. Ünlü bir bilim adamı, bu karakterin gaddar davranışını açıklamaya çalışırken, akıllarda kalan "gereksiz kötülük" ifadesini türetmiştir. Iago sadece bir nedenden dolayı korkunç şeyler yapar, çünkü o mutlak kötülüğün vücut bulmuş halidir (Schechter ve Everitt, 1997). Mutlak kötülüğün gerçek hayatta Adolf Hitler’de vücut bulduğunu Nazi Almanya’sının nasyonal sosyalist ırkçı politikaları doğrultusunda milyonlarca masum Yahudi vatandaşının konsantrasyon kamplarında vahşice katledildiğine şahit olduğumuzda gördük. Holokost (Holocaust)* döneminde kalıtımsal özellikleri aydınlatma amacıyla uygulanan insan deneyleri sonucunda her yaştan sayısız mahkûm ya sakat bırakıldı ya da öldürüldü. Hitler’in önderliğindeki Nazi yasaları, Yahudileri genetik olarak insanlık dışı olarak tanımladı ve sürdürdükleri öjenik** hareketin bir parçası olarak yok edilmelerini emretti.

Sıradan bir insan birini öldürebilir mi? Baron-Cohen'e (2011) göre, başka bir kişiye saldırabilecek veya öldürebilecek olanlar yalnızca düşük ya da sıfır empatiye sahip olan kişilerdir. Naziler Yahudilerin öznelliklerini, düşüncelerini ve duygularını görmezden geldiler ve onlara Baron-Cohen’in tarifiyle bir “nesne" gibi davrandılar. Öyle ki o dönem zulüm, sıradan Nazi muhafızlarının sıradan bir davranışı haline gelmişti. Deney uğruna ters dikilen eller, sıfır derecede donma noktasındaki suyun içine batırılan bedenler… Üstelik tüm bu etik olmayan deneyler ve işlemler eğitimli doktorlar ve bilim insanları tarafından gerçekleştiriliyordu. Nazi kamplarında gerçekleşen, insanın insanı sabuna dönüştürmesindeki vahşetin ölçeği o denli büyüktü ki gerçekle bağlantılı olan yanımız paradoksal bir şekilde bu katı gerçeği idrak edemedi, halen edemiyor ve gelecekte de edemeyecektir. 

“Gazlama işini Zyklon B tabletlerini tavandaki veya duvarlardaki yuvalarına atan SS personeli gerçekleştirmekteydi. Sadece beş dakika kadar sonra büyük gaz odalarında 2000, küçüklerinde ise 1000 ceset kalıyordu. Sonderkomando daha sonra içeri giriyor, altın dişleri söktükten sonra cesetleri krematoryuma götürülmek üzere madeni arabalara yüklüyordu. Cesetler orada Yahudi tutsaklar tarafından büyük bir hızla fırınlara atılıyordu. Kanıtları yok etmek için her gün toplanan küller kamyonlara yüklenip ya kamp yakınlarındaki bataklığa dökülüyor ya da yine yakınlardaki bir SS çiftliğinde gübre olarak kullanılıyordu.” 
Bresheeth, Hood ve Jansz, Soykırım 

Adolf Hitler’in kitlesel cinayetleri savaş sürecinde işlenmiş olsa da zamanında Almanya’nın en önde gelen araştırmacı gazetecilerinden Haffner (2001) diktatörün patolojik dünyasını kaleme aldığı Hitler Üzerine Notlar kitabında cinayetlerin Hitler için şahsi bir ihtiyaç olduğunu öne sürer. Diktatörün Mein Kampf kitabındaki “Cephede en iyiler şehit olurken… geride hiç olmazsa haşarat yok edilebilir.” cümlesi Haffner’e göre Hitler’in haşarat saydığı bu insanların toptan yok edilmesini amaç edindiğinin bir kanıtıdır.

Yahudi soykırımı, insanların birbirlerine karşı yapabilecekleri "kötülüğün" bir örneğidir. Geçmişe ve günümüze baktığımızda dünyadaki örnekler, Nazilerin yaptığı korkunç şeylerin sadece onlara özgü olmadığını kanıtlıyor. Üstelik bu tarz kötülüğün tarihçesi bir hayli eskiye dayanıyor. Birçok kişi seri katillerin, sanayileşme ve kentleşme ile birlikte başlayan modern çağın bir ürünü olduğunu düşünür. 19. yüzyılın ünlü seri katili Karındeşen Jack'ten çok önceleri MS. 1. yüzyılda yaşamış ve yazılı tarihe geçmiş ilk seri katil Locusta isimli kiralık bir katildir (Özgür, 2019) 

İnsanoğlunun bu kadar uzun zamandır tanışık olduğu zulüm, şiddet, gaddarlık ve kötülük günümüzde halen ne yazık ki sadece içinde bulunduğumuz toplumda değil tüm dünyada da son derece yaygın. Karındeşen Jack'in son kurbanı olduğu düşünülen, 9 Kasım 1888'de evinde saldırıya uğrayan Mary Jane Kelly'nin cinayeti bir gazetede şu cümlelerle anlatılırken: “Boğaz kafayı neredeyse vücuttan ayıracak şekilde bıçakla kesilmişti. Karın kısmen yırtılarak açılmış ve her iki göğüs de vücuttan kesilmişti... Burun kesilmiş, alın derisi yüzülmüş ve baldır etleri ayaklara inecek şekilde sıyrılmıştı... Bağırsaklar ve vücut çerçevesinin diğer kısımları eksikti, ancak karaciğer vb. organlar zavallı kurbanın ayaklarının arasına yerleştirilmiş olarak bulundu. Uyluklardan ve bacaklardan alınan et, göğüsler ve burunla birlikte, katil tarafından masanın üzerine yerleştirilmiş ve ölü kadının ellerinden biri karnına itilmişti.” (Schechter ve Everitt, 1997) Prof. Dr. Atasoy da 125 yıl sonra işlenmiş başka bir cinayeti şöyle kaleme almıştır: “…. Kimsenin henüz haberdar olmadığı bir başka husus, babasının başını üst kattaki odasına çıkarttığı ve gece boyunca derisini usturayla yüzmeye çalışmış olmasıydı. Ardından saatler süren bir işe kalkışmış, yumuşak deri parçalarını birbirine dikmiş, boşlukları plastik macunla doldurmaya çalışmıştı. Oluşturduğu yeni yüz kokmasın diye tuzla kurutmayı ihmal etmedi. Ardından kendi saçlarını tıraş etti. Kafatası maskesini tutkalladı, başına geçirdi, serbest kalan yerlerini seloteypledi." 

"Hiç tanımadığınız biri tarafından öldürülme riski, 
tanıdık tarafından öldürülme ihtimalinden çok daha düşüktür.”
Prof. Dr. Sevil Atasoy 

Doğası gereği iyi ve kötü yanları içinde bir arada taşıyan insan kendisini şiddet içeren bir suç işlemekten uzak tutsa bile şiddetin pasif seyircisi konumuna düşebiliyor, kötülüğün meşrulaştırıldığı ortamlarda itaatkâr bir tavır alarak şiddete hiç direnmeden boyun eğebiliyor. Ve hatta, şiddete ve vahşete karşı kimi zaman gizli kimi zaman aleni bir tür hayranlık bile besleyebiliyor. Şiddeti konfor alanı olarak yaşayan bir birey ömrü boyunca o alanın içinde hapsolup kalıyor. Şiddet, içinde bulunduğumuz kültürün de önemli bir parçası; “Namus için öldürdüm” ya da “Kan davamız vardı” gibi cümleler kulağımıza ne kadar tanıdık geliyorsa bir şarkıda geçen “Bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz” cümlesi dillere o ölçüde pelesenk olabiliyor. Şiddetin doğasını inceleyen Wolfgang Sofsky (2009) şiddetin cazibesini şöyle tarif eder: “Hayatın tüm derin tecrübeleri gibi şiddetin cazibesi de sonuçta bedenseldir. Şiddeti seyretmek bir saplantı haline gelebilir. İnsanı çeken sansasyon merakı değil, şiddetin bizzat kendisidir; yabancı bedenin yok edilişi, karşısındaki yaratığın yalvarıp yakarmaları, kan kokusudur. Başta tepkiler temkinli, ikirciklidir. Şiddet iter, insanı iğrendirir, korku ve dehşet yaratır ama aynı zamanda çeker ve büyüler de. İnsan orada kendi başına gelebilecekleri görür. Şok, midede bir yumruk gibi hissedilir, bulantıya sebep olur, baş döndürür, sonra korku, sinirlerde hafif bir titreşimin ardından yerini rahatlatıcı bir gevşemeye bırakır. Ne olursa olsun, seyirci artık kendini güvende hissetmektedir. Duyduğu, gördüğü acı, kendi acısı değildir ki. Ruhunun derinliklerinden çıkıp vücuduna yayılan kuvvetin ayrımına varır, tadını çıkartmaya başlar onun; dehşete cesaretle kafa tutmuş, kendini kanıtlamıştır. Güvenli bir mesafeden ayağa kalkar, olup bitene artık yukarıdan bakmaktadır, hatta kendine bile itiraf etmediği bir hakimiyet duygusuyla doğrulur yerinde."

Bir ırkı yok etme arzusuyla milyonların canını alan Hitler’in ilahlaştırılması, sayısız kadını katleden seri katil Ted Bundy hapisteyken kendisine kadın hayranları tarafından yazılan aşk mektupları, kurbanlarını işkence ile öldürüp yiyen ve cesetleriyle cinsel ilişki kuran Jeffrey Dahmer’in People dergisinin bir sayısında kapak resmi olarak yer alması, Jonathan Demme'nin kurbanlarını yiyen seri katil Dr. Hannibal Lecter karakterini konu aldığı Kuzuların Sessizliği filminin Oscar ödüllü bir gişe rekortmeni olarak hafızalara kazanması, mafya dizilerinin reyting rekorları kırması insanoğlunun şiddetin cazibesine kapılması değildir de nedir? 

Kl. Psk. Şehnaz Tuna
20 Mart 2022


*Holokost (Holocaust): Soykırım. Nazilerin Avrupa Yahudiliğini ortadan kaldırma girişimine verilen ad. Bir ırkın ortadan kaldırılması olan “jenosit” ilk olarak 1944’te kullanılmıştır. 1939-1945 yılları arasındaki bu büyük operasyon sonucunda 5 ila 6 milyon arası Yahudi kurban edilmiştir. (Bresheeth, Hood ve Jansz, 1997)

**Öjenik hareket, uygulamalarını nesli ıslah etmek amacıyla biyolojik ve genetik temellere dayandırarak, iyi ırkın çoğalmasını, kötü ırkın çoğalmasının engellenmesini ve bu şekilde ıslah edilmiş ari bir ırk oluşturulması fikrini savunmaktadır. (Çetinkaya ve ark., 2021))


KAYNAKÇA 

  • Atasoy, S. (2013). Yeraltındaki Melekler Yerüstündeki Şeytanlar. İstanbul: Doğan Kitap.
  • Baron-Cohen, S. (2011). The Science of Evil. On Empathy and the Origins of Cruelty. New York: Basic Books.
  • Bresheeth, H., Hood, S. & Jansz, L. (1997). Soykırım. Yeni Başlayanlar İçin. M. Harmancı. (Çev.). İstanbul: Şefik. 
  • Çetinkaya, K., Yılmaz, N.A., Gökçe, N.D., Şekerci, C., Uygun, Ş. & Yükseloğlu, E.H. (2021). Öjenizm Kavramına Adli Bilimler Kapsamında Disiplinlerarası Bakış: Öjenik Hareketin Hukuki Boyutu, Genetik Boyutu ve Psikolojik Boyutu: Geleneksel Derleme. Türkiye Klinikleri Adli Tıp ve Adli Bilimler Dergisi, (18)2.
  • Haffner, S. (2001). Hitler Üzerine Notlar. N. Tezeren. (Çev.). İstanbul: Gendaş. 
  • Norris, J. (1988). Serial Killers. New York: Doubleday.
  • Özgür, O. (2019). Fransa’da Seri Katiller. 221B Dergi, 18, 44-51. 
  • Schechter, H. & Everitt, D. (1997). The A to Z Encyclopedia of Serial Killers. New York: Pocket Books. 
  • Stafford, T. (2013, 14 Ocak). It's a question humanity has repeatedly asked itself, and one way to find out is to take a closer look at the behaviour of babies.… and use puppets. www.bbc.com