Freud onu 1925 senesinde kızı Anna'ya arkadaşlık etmesi için alır. Kocaman bir köpek olan Wolf zaman içerisinde ailede önemli bir misyon üstlenir. Bu görev profesörün altı çocuğundan, ileride tahtını devredeceği, Viyana'nın dolambaçlı sokaklarında uzun yürüyüşler yapmayı seven küçük kızı Anna’yı korumaktı. Wolf bir keresinde Freud’un meslektaşı ve gelecekteki biyografi yazarı olacak olan Ernest Jones’u ısırır. Yıllar önce, Jones'un İngiltere'ye ilk ziyaretinde Anna'yı baştan çıkaracağından endişelenen Freud’a göre Jones bu cezayı çoktan hak etmiştir. Freud kızına karşı sahip olduğu koruyucu duygularının Anna'nın uygun olmayan taliplerini ısırıp uzaklaştırma yoluyla Wolf ‘a yansıdığını görmüş, bu bağlamda terapi deyimiyle bir nevi “aktarım” yaşamıştır (yourdog.co.uk, 2021). Wolf'un gelişi ailenin dinamiklerini bir hayli değiştirmiştir. Freud'un Wolf'a yönelik şefkat duyguları genç yaşta ölen torunu Heinele'nin kaybıyla körüklenmiş, Anna da bir yetişkin olarak babasına olan sevgisini Freud kendi köpeğini alana kadar, Wolf'a olan karşılıklı sevgileri aracılığıyla çok daha özgürce iletilebilmiştir. Bir doğum gününde babasına köpeği Wolf’un resmini hediye eden Anna, Freud’un kendisine olan ilgisini tamamen Wolf’a aktardığından biraz da kıskançlıkla bahseder.

Martin Freud anılarında ailesinin köpek sevgisini bilhassa vurgulamıştır: “Ailem, özellikle de babam bilinçsizce birer köpek aşığı olmuşlardı.” Babasının doğum gününde kızı Anna, ailenin evcil hayvanlarına parti şapkaları giydirirdi. Köpeklerin masada kendi sandalyeleri vardı ve ailenin insan üyeleriyle birlikte doğum günü pastasını yerlerdi. (Stall, 2007) Ailenin köpekleri her yıl doğum gününde Freud’a şiir yazarlardı. Gerçek yazar elbette ya Anna ya da Martin olurdu, ancak bu şiirler köpekler tarafından, onların bakış açısından imzalanırdı. Evin köpeklerinin yakalarına bir kurdele ile bağlanarak kendisine teslim edilen bu şiirler Freud tarafından her zaman sıcak bir şekilde karşılanırdı. Ailede doğum günü tebriklerini teslim etme onuruna ilk sahip olan köpek Wolf’tu. Profesör, yedi yılını beraber geçirdiği ayrılmaz dostu Jo-Fi’den ilk dizelerini ise 74cü yaş gününde alır. Bu şiir merasimleri Freud ailesinin en önemli anılarından biri olmuştu. 

Wolf Anna’nın hayatında son derece önem taşırken Freud Chow Chowlara düşkündü (Davies, 2020). İnsan davranışını anlamaya çalışan herhangi bir kişide olduğu gibi Sigmund Freud da zaman içerisinde köpeklerin arkadaşlığını takdir etmeye başlamıştı. Hayatını, hayvanların anlaşılmasını çok daha kolay hale getiren bir çalışma olan bilinçdışı zihnin çelişkili ve irrasyonel yönlerini analiz etmeye adayan, küçüklüğünde hiçbir evcil hayvanı olmayan Freud’un köpeklerin dünyasına olan ilgisi oldukça geç bir kazanım olmuştur. Köpek sahiplenme konusunda ilhamını yakın arkadaşı, yazar ve psikanalist Prenses Marie Bonaparte'dan alır. Freud, Bonaparte'ı psikanalizle tanıştırırken, Bonaparte da Freud'u bir köpek aşığı haline getirmiştir. Freud’un ilk köpeği, Anna'nın hayat arkadaşı Dorothy Burlingham’ın kendisine 1928 yılında hediye ettiği Lun-Yu adında bir Chow Chowdur. Lun-Yu henüz minik bir yavruyken bir tren tarafından ezilince Freud adeta bir insanmış gibi köpeğinin yasını tutar. İlk köpek sevgisi sadece 15 ay süren Freud’un bir sonraki Chow Chowu kaybettiği Lun-Yu’nun kız kardeşi olan, Jo-Fi’ydi.  Duruş ve görünüşüyle küçük bir aslana benzeyen Jo-Fi yedi yıl boyunca Freud'un sadık yol arkadaşı olur. Eski dostlarından çoğunu kaybeden ya da onlardan ayrı kalan Freud zaman içerisinde Jo-Fi ile ayrılmaz bir bütün haline gelir. Günlüklerinde sık sık onun kahramanlıklarından bahseder, genel sağlığı, köpek kulübelerinde kalması ve yavrularının akıbeti gibi ayrıntılara dikkat çekerdi. Freud, hayatının merkezine koyduğu Jo-Fi ile ilgili her şeye hayrandı. Önceliği her zaman onun mutluluğu ve sağlığıydı. Jo-Fi'yi sahiplendikten sadece birkaç hafta sonra Freud köpeğini çok düşkün olduğu bir başka yol arkadaşı olan purolarıyla kıyaslar: "Şimdi onu neredeyse purom kadar çok özlüyorum. O büyüleyici bir yaratık, dişil özellikleriyle de çok ilginç, vahşi, fevri ve akıllı ama yine de köpeklerin çoğu zaman olduğu gibi bağımlı değil” (Green, 2002). Prensese yazdığı bir mektubunda ise Freud tüm köpek sahiplerinin aşina olduğu bir duyguyu itiraf eder: "Genellikle Jo-Fi'yi okşarken, müziğe yeteneği olmayan biri olarak kendimi Don Giovanni’nin bir aryasını mırıldanırken yakalardım: Bir dostluk bağı ikimizi de birleştiriyor” (Grezemkovsky, 2015).

"Psikanalizin babası Sigmund Freud, hayatını bilinçdışını incelemeye adadı, ancak sonunda pek de karmaşık olmayan köpek arkadaşlığını tercih etti." 
Isabel George

Jo-Fi her zaman Freud'un yanındaydı; yürüyüşlerinde, yemek saatlerinde ve hatta döşemeleriyle ünlü, kanepeli ofisinde bile. Freud ailesinin yardımcısı Paula Fichtl, Freud'un Jo-Fi'nin hastalarına karşı keskin bir analitik iç görüye sahip olduğunu söylediğini hatırlar (Grezemkovsky, 2015). Jo-Fi evde hiçbir aktiviteden dışlanmazdı. Freud onu kendi tabağından verdiği lokmalarla beslerdi. Çene kanserinden dolayı yemek yerken çok acı çektiği için genelde Freud’un tabağındaki yemeğin hepsini bitiren Jo-Fi olurdu. Hastalığının son aşamalarında Freud için son derece yorucu olmaya başlayan analiz seanslarında Jo-Fi sahibini hiç yalnız bırakmadı. Freud acı veren ameliyat dönemlerinde köpeğinin onu nasıl teselli ettiğini arkadaşı Marie Bonaparte'a yazdığı mektubunda: "Keşke bu cehennem gibi günlerde Jo-Fi’nin sanki her şeyi anlarmış gibi bana ne kadar sempati gösterdiğini görebilseydin” cümlesiyle ifade eder (Green, 2002).

Anna’ya göre babasının köpeklerinde değer verdiği şey onların zarafet, bağlılık ve sadakatiydi; sık sık vurguladığı ve insana kıyasla kesin bir avantaj olarak övdüğü şey, köpeklerin herhangi bir kararsızlığa sahip olmamalarıydı (Rosen, 1995). Freud köpeklerin duygularını doğrudan ifade edebildikleri, kandırmayı beceremedikleri ve son derece sadık olduklarından dolayı insanlarda genellikle eksik olan niteliklere sahip olduğuna inanıyordu.

"Saf sevgiden aciz olan ve nesne ilişkilerinde her zaman sevgi ve nefreti karıştırmak zorunda olan insanların aksine, köpekler arkadaşlarını severler ve düşmanlarını ısırırlar.” 
Sigmund Freud

Büyük psikanalist, köpeklerin insanların duygusal durumlarını okuma yeteneğine sahip olduklarını ve karakterleri çok iyi yargıladıklarını düşünüyordu. Bu nedenle Jo-Fi'nin hasta görüşmelerine katılmasına izin verirdi. Birisi sakin ve huzurluysa Jo-Fi onun yanına uzanır, eğer endişeliyse mesafesini korurdu; bazen heyecanlanıp hastasının üzerine atladığında Freud da "Görüyorsunuz, Jo-Fi o kadar heyecanlı ki endişenizin kaynağını bulabildiniz!” derdi (yourdog.co.uk, 2021). Hastalar bu duruma alışıktılar. Freud’un analizanlarından, şair Hilda Doolittle, seansının sonunda Jo-Fi ortalıkta dolaşıp duracağı için sinirlendiğini ve Freud’un onun hikayesinden çok Jo-Fi ile ilgilendiğini hissettiğini anlatır (Grezomsky, 2015).

Jo-Fi’nin bir başka özelliği Freud’un seansları sona erdiğinde onu uyaracak bir iç saate sahip olmasıydı. Elli dakika geçtikten sonra, koca köpek ayağa kalkar, gerinir ve ofis kapısına yönelirdi. Bu nedenle Freud, seans sonunun geldiğini her zaman saatine bakmadan bilirdi. Bir saatin tamamlanmasına on dakika kala uyanarak Freud’un kendisini dışarı çıkarması için seansını sonlandırmasına yol açtığından dolayı geleneksel psikoterapi seanslarının 50 dakika sürmesinin Jo-Fi'ye atfedildiği iddia edilmektedir (Glucksman, 2005). 

Jo-Fi Ocak 1937'de yumurtalıklarındaki kistlerin çıkarılması için karmaşık bir operasyon geçirir. Prosedür iyi gitmesine rağmen kalp yetmezliği yaşar ve ne yazık ki ameliyatından birkaç gün sonra ölür. Duygularını kontrol altında tutmasıyla tanınan Freud, Jo-Fi’yi kaybettikten sonra yaşadığı yoğun üzüntüyü Alman romancı Arnold Zweig'e şu sözlerle ifade eder: "Herhangi bir yas bir yana, bu çok gerçek dışı ve insan buna ne zaman alışacağını merak ediyor. Ama tabii ki, yedi yıllık yakınlık kolay kolay atlatılamıyor” (Green, 2002). 

Hayatının bu döneminde artık köpeksiz yaşamaya dayanamayacağını itiraf eden Freud, Jo-Fi’nin ölümünden bir gün sonra Lun adında bir Chow Chow sahiplenir. Aslında Freud’ların evine Jo-Fi ile beraber gelen, sonrasında iyi geçinemedikleri için arkadaşlarına verilen ve son derece nazik bir köpek olan Lun, Freud'un Jo-Fi'nin kaybına dayanmasına yardımcı olmakla kalmadı, aynı zamanda hem sağlığı hem de Avusturya'daki siyasi durum kötüleştikçe moralinin yükselmesine de yardımcı oldu. 

Freud'un hayatındaki son köpek olan Lun, Freud ailesi Nazi işgali altındaki Viyana'dan ayrıldıktan sonra 1938’de onlarla beraber Londra'ya gidebilse de bir müddet karantinada kalması gerekir. Dover'a varıldığında, İngiliz yasalarına göre Lun onlardan alınır ve Londra'daki Ladbroke Grove'daki karantina kulübelerine yerleştirilir. O dönem 82 yaşında olan Freud yeni evine yerleştikten sadece birkaç gün sonra, köpeğin 'hapishanesi' dediği kulübelere doğru yolculuk yapar. Avustralyalı bir gazete olan The Referee olayı şöyle anlatır: “Freud, Londra'daki yolculuğunu oldukça yorucu buldu. Kızı Dr. Anna Freud'un desteğiyle ön kapıya giden yolda yürürken büyük bir çaba harcıyor gibiydi. Ama hiçbir şey büyük bilim adamını köpek dostundan uzak tutamazdı. Ve dün karantina kulübelerinin başkanı Bay Kevin L. Quin Freud yaklaşırken Lun'un onu nasıl zıplayarak karşıladığını ve hareketlerindeki memnuniyeti anlattı. Bay Quin, ‘Hangisinin daha mutlu olduğunu söylemek zordu,’ dedi. ‘Hiçbir hayvanın gözlerinde böyle bir mutluluk ve anlayış görmemiştim... Onunla oynadı, onunla konuştu, her türden küçük sevgiyle, tam bir saat boyunca. Ve onun yaşındaki bir adam için uzun bir yolculuk olsa da Lun'u elinden geldiğince sık görmeye gelmekte kararlı olduğunu söyledi’” (Grezemkovksy, 2015).

2 Aralık 1938'de Anna ve Prenses Marie Bonaparte, Lun’u karantinadan çıkarmak için gittiklerinde bütün dünya basını olayı haber yapmak oradaydı. Londra’ya gelişi basında geniş yer tutan Freud’un köpeği Lun’un karantinadan çıkması Evening Standard, The Daily Herald ve The Star’ın yanı sıra Brüksel ve Paris gazetelerinde de konu edilir. Köpeklerinden altı ay ayrı kalmak zorunda kalan Freud ailesinin Lun ile buluşmaları İngiliz gazetesi Daily Mail tarafından “Freud'un Evcil Köpeği ’Hapishaneden’ Çıktı” manşetiyle haber yapılır ve Anna ve Prenses Marie Bonaparte'ın Lun'u selamladıkları bir fotoğrafına yer verilir.

Heyecanlı Lun artık hasta olan sahibiyle yeniden bir araya geldiğinde Freud'un kanseri de nüksetmişti. Freud son günlerini Lun'un refakatinde geçirir ama kanserli çenesinden yayılan koku nedeniyle çok sevdiği köpeği ona pek yaklaşmaz. Uygulanan morfin fiziksel acısını gidermeye yardımcı olurken, Lun'un yüzünü ondan çevirdiği zamanlarda profesörün yaşadığı duygusal acının ilacı yoktu. Lun'un bu kaçınmaları Freud’un sıkıntısını arttır. Ağrısı artık dayanılmaz hale geldiğinde Freud yıllar önce yaptıkları anlaşmaya sadık kalan doktoru tarafından enjekte edilen morfinle 1982 yılında hayata veda eder. Babası öldüğünde kızı Anna’nın yanında halen Chow Chowları vardı ve bunlardan birine babasının en sevdiği şerefine Jo-Fi adını vermişti. 

Freud'u uzun süreli hastalığı sırasında rahatlatan köpeklerden bir diğeri de Prenses Bonaparte’ın Chow Chowu Topsy’di. Freud ve Anna, Viyana'dan kaçmadan önce, Bonaparte'ın köpeği Topsy’nin kanserle mücadelesini anlattığı 1936 tarihli Topsy: Chow-Chow au Poil D'or (Topsy: Altın Saçlı Chow Chow) adlı eserinin Almanca çevirisi üzerinde iş birliği yaparlar. Freud'un ve Topsy'nin hastalığı arasındaki paralellikler oldukça ilgi çekicidir-her ikisinin de ağız boşluklarının sağ tarafında tümörler vardı ve her ikisi de ameliyat ve radyasyonla tedavi edilmişti. Hatta Prenses Marie Bonaparte, Freud ve Topsy'nin durumuları hakkında Paris Curie Enstitüsü'nde aynı doktorlara danışmıştı. Bu sembol aralarında hiçbir zaman açıkça tartışılmamış olsa da herkes bu durumun Freud'un kendi kanseriyle başa çıkmasına oldukça yardımcı olduğunun farkındaydı (Grezemkovsky, 2015).

Freud’un köpeklerle tanışması 70’li yaşlarına denk gelse de onun köpeklerin insanlar üzerinde sakinleştirici bir etkisi olduğu görüşü bilim dünyası tarafından desteklenmiştir. Bu konuyla ilgili yapılan çalışmaların birinde katılımcılar ‘yakınlarında bir köpek bulunan’, ‘bir köpek hayal etmeleri istenen’ ya da ‘evcil hayvan katılımı olmayan’ olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Her üç gruptaki katılımcılara sıkıntılı bir bilişsel görev verilir ve bu görevi gerçekleştirirlerken kan basınçları ölçülür. Çalışmanın sonucunda yanında köpek olan ve köpek hayal eden gruptakilerin evcil hayvanı olmayanlara oranla daha düşük kan basıncına sahip oldukları görülür (Vogt, 2014).

Freud danışma odasında köpeği olan ilk analistti. Bu açıdan bakıldığında onun sadece psikanalizin değil “Hayvan Destekli Terapi”nin (AAT- Animal Assisted Therapy) de babası olduğu söylenebilir. Çalışmalar, AAT'nin kaygı, depresyon, öfke ve saldırganlığı azaltmaya yardımcı olduğunu göstermiştir. Barker’a (akt. Glucksman, 2005) göre AAT aynı zamanda sosyal etkileşimi arttırır ve tedavi ortamının tehdidini azaltarak hastaları acı veren konuları materyalleri tartışmaya teşvik eder. Terapi seanslarında köpek kullanan ve bu konuda yayınlanan ilk raporun sahibi Levinson da köpeklerin iletişimi kolaylaştırdığını ve çocuk hastalarına güvenlik hissi verdiğini söylemiştir. (Glucksman, 2005)

Freud’dan sonra birçok analistin muayene odalarında köpekleri olmuştur. 

Kl. Psk. Şehnaz Tuna
6 Haziran 2021

KAYNAKÇA

  • Davies, B. (2020). Freud at home with his dogs. Freud Museum London. https://www.freud.org.uk/2020/04/15/freud-at-home-with-his-dogs/
  • DOI: 10.1521/jaap.2005.33.4.611
  • Glucksman, M. L. (2005). The Dog’s Role in the Analyst’s Consulting Room. Journal of the American Academy of Psychoanalysis and Dynamic Psychiatry33(4):611-8.
  • Green, S. (2002). Freud’s dream companions. The Guardian. https://www.theguardian.com/theguardian/2002/mar/23/weekend7.weekend3
  • Grezemkovsky, U. (2015). Freud sang to his dog. Bark. https://thebark.com/content/freud-sang-his-dog
  • Rosen, R. (1995). Anna Freud In Her Own Words. Bulletin of the Anna Freud Centre, 18(4):293-308. http://www.pep-web.org
  • Sigmund Freud- The uncomplicated company of dogs. (2021). Your Dog. https://www.yourdog.co.uk/the-your-dog-blog/sigmund-freud-the-uncomplicated-company-of-dogs/
  • Stall, S. (2007). 100 Dogs Who Changed Civilization: History's Most Influential Canines. Philadelphia: Quirk Books. 
  • Vogt, M. (2014). The surprising way Sigmund Freud used his dog for psychoanalysis of humans. Bark Post. https://barkpost.com/life/sigmund-freuds-dog/