Tutsağın bir hücreye konularak tecrit edilmesi sadece yakın tarihimizde karşımıza çıkan bir durum değildir. Aslında her bireyin kendi yaşam yolculuğu da bir tecritle başlar; nitekim insanın tecritle ilk tanıştığı yer anne rahmidir. Bir kişinin içinde zorlukla hareket ettiği, tek kişilik işkence hücrelerinin tabutluk olarak adlandırılması da bu dünyadaki varlığımız sona erdiğinde bedenimizin izole edildiği dar tabutun tecrit özelliğinden dolayıdır. “Tabutluk olarak da adlandırılan bu özel sistem, politik tutsağın bir hücreye kapatılarak yaşamla olan tüm bağlarının tamamen kopartılması ve tecrit edilmesini hedeflemektedir. Bu uygulama, duyumsal algılama yetisinin yok edilmesiyle sınırlı kalmaz, fiziki olarak imha edilmesine kadar gidebilir. Bu nedenle tabutlukların inşasında kullanılan yapı malzemeleri ve tutsağa uygulanan yöntemler bu amaca yönelik bir bütün içerisindedir. Çünkü ne tabutluğun mimari yapısı ne de tecrit koşulları birbirlerinden kopuk hayata geçirilemez.” (Koşan, 2000) 

Pandemide hayat kurtaran tecrit aslında o kadar masum bir olgu değil. “Tecrit, bir birey ya da grubun aktivitelerinin ya da dönüşümsel hareketlerinin, kısıtlayıcı bir engel(bariyer) ile çevrilme koşuluyla ve kimi zaman algısal ve sosyal izolasyonun da uygulanmasıyla birlikte fiziksel ve geçici olarak kısıtlanmasıdır. Kısıtlama, çevresel sınırlamalar, uyaran yoksunluğu, yalnızlık, algısal izolasyon, sosyal izolasyon ve diğer aşırı uçların her biri tecritle alakalı olup bunların biri ya da hepsinin bütünü stres yaratan durumlara yol açan kavramlardır.” (Fraser, 1966) Tecrit öncelikli olarak tutsaklık/hapis olma durumu ile ilişkilendirilse de uzay, kutup ve denizaltı gibi yalıtılmış ortamlar benzer çevresel özellikleri paylaştıkları için pilot kabini, denizaltı ya da uzay mekiğindeki izolasyon dinamiklerinin tecrittekine benzer psikofizyolojik etkiler yarattığı gözlenmiştir. Uyaran yoksunluğu durumunda bireyde dışarıdan gelecek bir uyarana ya da bedensel harekete karşı aşırı bir arzu gelişiyor. İfade imkânı olmayınca organize düşünce kabiliyeti bozuluyor bu da bunalıma ve depresyona yol açıyor. Daha uç durumlarda halüsinasyonlar, delüzyonlar ve konfüzyon meydana geliyor. Barabasz (1982) uyaranların sınırlı olduğu Antartika’da görevde bulunan askerler arasında yaptığı çalışma sonucunda bu tür yalıtılmış ortamlarda bulunmanın kişileri daha kolay hipnotize edilebilen ve daha kolay yönlendirilebilen bir duruma soktuğu bulgusunu elde etmiştir. Simüle edilmiş bir Mars misyonu çalışmasının sonucunda da (Basner ve ark., 2014) mürettebatta depresyon, stres, yorgunluk ve uyku-uyanıklık döngüsünde bozukluklar tespit edilmiştir. 

Tecrit ve izolasyon olguları ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalar insanların ruh sağlıklarını koruyabilmeleri için uyarana ihtiyaçları olduğunu göstermektedir. Uyarandan yoksun bırakılan kişi iç ve dış dünyayı ayırt edemediği için gerçeklik duygusunu yitirebilmektedir. Kaptanoğlu (2000) araştırmalarda uygulanan deneylerde ortaya çıkan sonuçları egonun kırılganlığı üzerinden yorumlar: “Yaşanan her şeyin içinde kalması veya ‘öteki’nin yitirilmesi ego için katlanılması çok zor bir durumdur. Çünkü egonun kendini tanıdığı yer “öteki”dir. Keyfin yerinde mi, üzüntülü müsün, kızgın mısın, bu hallerin ‘öteki’nden yansıyıp sana geri dönünce gerçekten senindir. Yansıtan bir “öteki” yoksa, her ruh halin, yani benliğin, boşluğa akar. Bu nedenle öznenin en kırılgan bileşenidir ben imgesi. Sürekli parlak yüzeyler arar, yansımak, göze görünmek ister, anlatır, yazar, çizer. Tekrarlayan yansımalarla kurar kendini ve ‘öteki’nin yokluğunda boşlukta dağılmaya başlar. Sınırları keskinliğini yitirir, bulanıklaşır. Her ego için dayanmanın süresi, dağılmanın şiddeti farklıdır ancak her ego ‘öteki’ni yitirmekten etkilenir. Laboratuvar ortamında yapılan deneyler, duyusal yalıtım uygulanan kişilerde, algı sapmaları (halüsinasyon, illüzyon), düşünce bozuklukları (hezeyan) ortaya çıktığını göstermiştir. Bir başka deyişle ‘öteki’nin yitirildiği yerde, içimizdeki ‘Öteki’ yani bilinçdışı süreçler ortaya çıkar.”

Fakat sonuçta düşüncelerin de, ne kadar herhangi bir özden yoksunmuş gibi görünürlerse görünsünler, bir destek noktasına ihtiyaçları vardır, aksi takdirde dönmeye ve anlamsız bir biçimde kendi etraflarında çember çizmeye başlarlar; onlar da hiçliğe dayanamazlar.
Dr. B (Satranç, Stefan Zweig)

Hapishanede tecrit, mahkumların günler hatta yıllar boyunca insan kontağından alıkonularak günde 22-24 saat boyunca hücrede tutulmalarıdır. Aldıkları tecrit cezasının toplamı 100 yıl olan, “Angola Üçlüsü” olarak bilinen tecrit mahkumlarının iki elemanı olan Herman Wallace ve Albert Woodfox'un avukatı Nick Trenticosta tecritte 10-12 yıl geçiren kişilerle görüştüğünü ve tümünün ağır tahribata uğramış olduğunu ifade ediyor. "Sanki bitkisel hayattalar. Yaşama istekleri kalmamış" diyor. "Kendi kabuklarına çekilmişler. Onları ziyaretçi bölgesine götürdüğümde sorularıma cevap almak için iki saat beklemem gerekiyor. Bu bekleyiş sonunda duyduğum ise anlamsız sözlerden ibaret oluyor" diye ekliyor. (Franks, 2012) 

F tipi cezaevlerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasındaki dar alanda hücre yaşamının getirdiği sayısız fiziki ve psikolojik etkiler mevcuttur. Tecrit yaşamında tepeden tırnağa her türlü rahatsızlığın meydana gelip kronikleşmesinin yanı sıra hücre tipi infaz rejimi ölümcül hastalıklar için de zemin hazırlar. Yakın tarihte yapılan bir araştırmaya (Brinkley-Rubinstein & Johnson, 2019) göre Kuzey Carolina hapis sistemindeki tecrit mahkumlarının dışarı salındıktan sonraki bir yıl içerisinde her tür sebepten meydana gelen ölüm risklerindeki artışın hapishanedeki tecrit süreleri ile bağlantılı olduğu görülmüştür. Tecrit ve izolasyon deneylerinde uyku-uyanıklık döngüsüne bağlı, sirkadiyen ritmi olarak adlandırılan vücut saatimizin bozulduğu görülmüştür. Gün ışığının yokluğu depresyon ve yorgunluğun yanı sıra 24 saatlik sirkadiyen ritmini değiştirerek kanser, insülin direnci, kalp hastalığı, obezite ve erken yaşlanma gibi fiziksel birtakım sorunlara yol açmaktadır. (Robinson, 2019) Williams ve ark.’nın yaptıkları çalışmada (2019) aynı hapishanede hücre cezası almış erkek mahkumların hipertansiyon tanısı alma ve buna bağlı olarak kalp rahatsızlığı geliştirme sıklığının yüksek güvenlikli diğer bölümlerdeki mahkumlara oranla daha fazla olduğu görülmüştür. 1993 yılında Kuzey Kaliforniya’daki Pelican Bay hapishanesinde yapılan ayrıntılı görüşmeleri kapsayan araştırmanın sonucunda da hücre hapsinin dış uyaranlara aşırı hassasiyet, halüsinasyonlar, panik ataklar, bilişsel sıkıntılar, obsesif düşünce, paranoya ve tekrar eden diğer fiziksel ve psikolojik problemlerle nitelenen psikiyatrik bozukluklara yol açtığı görülmüştür. Yine aynı hapishanede hücre hapsinde bulunan mahkumların psikolojik değerlendirilmelerinde kaygı, asabiyet, obsesif ruminasyon, öfke, şiddet içeren fanteziler, kabuslar, uyku sorunlarının yanı sıra baş dönmesi, el terlemesi ve kalp çarpıntısı tespit edilmiştir. (Casella & Rodriguez, 2016)

"Birkaç günü ya da haftayı aştığında tecrit artık işkence haline gelir.”
Jean Casella (Tecrit Gözlemcisi yöneticilerinden)

Hüseyin Karabey’in dünyadaki hücre uygulamalarını anlattığı” Sessiz Ölüm” isimli belgesel filmi için tecritte yılları geçmiş Alman, İtalyan, İrlandalı ve Bask eylemcilerle yaptığı söyleşilerdeki bir hayli etkileyici paylaşımlarda tecridin masum olmayan yüzünü detaylarıyla görüyoruz. (bianet.org, 2001) 

"...hatırladığım, tecritte kendi vücuduma bile yabancılaştığımdı. Bugün tekrar vücudumla ilgili normal duygulara sahibim. Örneğin dizimle kafam arasında inanılmaz bir mesafe varmış gibi geliyordu ya da bacağımın bana ait olmadığı hissine kapılıyordum. Bunun böyle olmasının sebebi sürekli olarak kapalı ve hiçbir değişikliğin olmadığı bir hücrede kalmamdı. Yapabileceğiniz en fazla şey hücre içinde üç adım ileri üç adım geri gitmekti."
(Irmgard Moller, 1972-1994 yılları arasında tecritte kaldı.)

"Kişiliğinizi parçalamaktan başka hiçbir amaç ve hedefi yoktur tecridin. İçeride kendim tanık olduğum olaylar bunun kanıtı. İnsanların 15 gün tecritte kalarak nasıl konuşmayı unuttuklarını daha doğrusu konuşamadıklarını gördüm... Bunun bence iki nedeni var, birincisi orada yalnızsın ve konuşabileceğin kimse yok, iletişim kurmanın olasılıkları ortadan kaldırılıyor, sessizlik sabit olan tek şey. İkincisi, tek duyduğun yüzünü bile görmediğin gardiyanların ayak sesleri ve kapıların kilit sesleri. Hiç görmüyorsun fakat hep aynı saatte o aynı sesleri duyuyorsun… Dünyadan ve hayattan koparılmışsın ama hala var olduğunu biliyorsun. Biliyorsun ki hala sesin var ama senden alınmış, istesen de sesin çıkmıyor…"
(Tomax Carrera Juarros, 1979-1995 yılları arasında tecritte kaldı.)

“İnsan uzun süre kapalı bir odada kaldığında, hiçbir ses duymadığı ve hiçbir insan görmediği zaman, pencereden dahi bakamadığı zaman, yani ses, görme gibi uyarıcıları almadığı zaman, hastalanıyor. Bu bir işkence. Hiç delil bırakmayan bir işkence. Yani vücutta herhangi bir yara izi yok. Ama insan fark ediyor. Çünkü bilincini kaybediyor. Hafıza kaybediliyor. Gerçekle hayal arasındaki çizgi kalkıyor. İnsan konuşmayı da unutuyor, konuştuğunu ve düşündüğünü ayırt edemiyor. Yıllar sonra dışarı çıktığımda, insanlara soru soruyordum ama cevap alamıyordum. Çok kızıyordum. Sonra farkettim ki konuşmuyormuşum, sadece soruyu düşünüyormuşum…”  
(Gunter Sonnenberg, 1977-1992 yılları arasında tecritte kaldı.)

Dünya edebiyatında izolasyonu en iyi anlatan eserlerden biri Stefan Zweig’ın Brezilya’da sürgündeyken intihar etmeden kısa bir süre önce yazdığı metinlerden biri olan Satranç’tır. (2016) Zweig bu novellasında ruhsal baskıya maruz kalan birinin tepkilerini ve sıkışmışlık duygularını anlatır. Gestapo tarafından bir otel odasına mahkûm edilen Dr. B aylarca süren tecritinde yaşadığı psikolojik baskı altında çıldırmanın eşeğine gelir. Sorgulamaya götürülürken bir subayın paltosundan zorlukla çaldığı kitap bir satranç kitabıdır. Yalnızlığa ve yapılan psikolojik işkenceye bu kitapta yer alan tüm oyunları ezberleme suretiyle karşı koyan Dr. B.’nin çaldığı satranç kitabı hikâyenin devamında onun kurtarıcısı olacaktır.  

Bu yazının finalinde tecridin sade ama son derece kuvvetli olan tanımını Zweig’in kalemiyle hayat verdiği ana karakteri Dr. B’nin cümleleriyle okuyalım:
 “Zira bizden zorla ‘malzeme’ elde etmek için kullanılacak baskının kaba saba dayaklardan veya bedensel işkenceden çok daha ince ve etkili bir üslupla işlenmesi öngörülmüştü: Bunun adı, düşünülebilecek en ustaca izolasyonu sağlamaktı. Bize hiçbir şey yapmadılar -sadece bizi en mutlak anlamdaki hiçliğin içerisine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz.”

Klinik Psikolog Şehnaz Tuna

KAYNAKÇA

  • Barabasz, A. F. (1982). Restricted environmental stimulation and the enhancement of hypnotizability: Pain, EEG alpha, skin conductance and temperature responses. International Journal of Clinical and Experimental Hypnosis. 30(2), 147–166. DOI:10.1080/00207148208407380
  • Basner, M., Dinges, D.F., Mollicone, D.J., Savelev, I., Ecker, A.J., Di Antonio, A., Jones, C.W., Hyder, E.C., Kevin Kan, K., Morukov, B.V. & Jeffrey P. Sutton, J.P. (2014). Psychological and Behavioral Changes during Confinement in a 520-Day Simulated Interplanetary Mission to Mars. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0093298
  • Brinkley-Rubinstein, L. & Johnson, T. (2019). Solitary Confinement and Health. North Carolina Medical Journal. 80 (6), 359-360. DOI:https://doi.org/10.18043/ncm.80.6.359
  • Casella, J. & Rodriguez, S. (2016). What is solitary confinement? https://www.theguardian.com/world/2016/apr/27/what-is-solitary-confinement
  • Franks, T. (2012) Cezaevinde 40 yıl tecritte kalmak. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2012/04/120404_us_solitary
  • Fraser, T.M.  (1966). The Effects of Confinement as a Factor in Manned Space Flight. NASA CR-511. NASA Contract Rep NASA CR. 1-176.
  • https://bianet.org/bianet/print/2883-sessiz-olumun-taniklari-anlatiyor
  • https://www.sciencealert.com/isolation-has-profound-effects-on-the-human-body-and-brain-here-s-what-happens
  • Kaptanoğlu, C. (2000): Panopticondan F Tipine. https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-136-agustos-2000-sayi-136-agustos-2000/2328/panopticondan-f-tipine-tecrit/2490
  • Koşan, Ü. (2000). Sessiz Ölüm. Tabutluklar, Beyin Yıkama ve Tecrit Hücreleri. İstanbul: Belge.
  • Robinson, S. (2019). Isolation Has Profound Effects on The Human Body and Brain. Here's What Happens.
  • Williams, B.A., Li, A., Ahalt, C., Coxson, P., Kahn, J.G. & Bibbins-Domingo, K. (2019). The Cardiovascular Health Burdens of Solitary Confinement. Journal of General Internal Medicine. Vol. 34, 1977–1980.
  • Zweig, S. (2016). Satranç. A. Celal (Çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası. (İlk baskı. 2013).