“Kötülük” [evil] sözcüğünün etimolojisini görmek için Oxford İngilizce Sözlüğü’ne baktığımızda, eski İngilizce’deki “üstünde” ya da “ötesinde” anlamına gelen “yfel” sözcüğünden geldiğini görürüz; ayrıca yüzyıllar boyunca “kötülük” sözcüğü sadece “olumsuz”, “sıkıntılı”, “acı verici” sözcüklerinin eş anlamlısı olarak kullanılmıştır.”
Kötülük/Luke Russell
Başta felsefe olmak üzere, bilim, sanat, edebiyat gibi alanlarda kullanılan ve tartışılan, çok boyutlu bir kavram olan kötülük insanların ve toplumların etik, ahlâkî ve değer sistemleri çerçevesinde şekillenir ve farklı şekillerde tanımlanır. Felsefi, dinsel, psikolojik ve toplumsal açılardan ele alındığında, kötülüğün tanımı ve anlaşılması, insanlık tarihinin ve kültürel gelişiminin önemli bir parçasını oluşturur. Kötülük çeşitleri, çoğunlukla, doğal (fiziksel) ve ahlâkî kötülük olarak ikiye ayrılmaktadır. Bahsi geçen doğal kötülükler, doğal sebepler yüzünden, ahlâkî kötülükler ise, insanın kendi eylemleri yüzünden ortaya çıkmaktadır. Kimilerine göre, bu doğal kötülüğün oluşumunda, ahlâkî kötülüğün de payı vardır. Buradan anlaşılan; doğal kötülükler, insanlara bir uyarı veya ceza niteliğinde verilmektedir (Öktem’den akt. Taşabat, 2021).
Tarih boyunca bazı filozoflar belirli eylemler ve durumları her koşulda ve her durumda kötü olarak tanımlayıp kötülüğü “mutlak” bir kavram olarak ele alırken (örn. masum bir insanı öldürmek mutlak bir kötülüktür) diğer filozoflar ise kötülüğün göreceli bir kavram olduğunu savunur. Yani, bir eylemin veya durumun kötü olarak tanımlanması kültürel, toplumsal ve bireysel değerler ve normlara bağlıdır. Dolayısıyla, bir toplumda kötü olarak kabul edilen bir eylem, başka bir toplumda farklı bir anlam taşıyabilir. Taşabat (2021) araştırma makalesinde kötülüğün birkaç önemli filozof tarafından yapılan tanımlarını şu şekilde aktarmıştır: “Sokrates’e göre, bir kimseyi kötülüğe veya günaha iten şey, bilginin yoksun oluşudur. Bilgiyi bir erdem olarak gördüğü için, salt bilgili bir kimsenin kötülük yapmayacağını düşünmektedir. Bu sebeple ona göre, kötülüğün sebebi, bilgisizliktir (Osborne’dan akt.). Sokrates’in bilgisizlik olarak nitelendirdiği bu kötülük, Fârâbî’ye göre, mutluluğu engelleyen her şeydir. Bu konuda da farklılıklar söz konusudur. Platon ise, Sokrates’e benzer bir şekilde düşünmekte; kötülüğü erdemsizlik ve bilgisizlik olarak tanımlamaktadır (Yıldırım’dan akt.). Bir nevi, kötülük, gerçekliğin olmayışı veya iyiliğin bilinmeyişidir (Badiou’dan akt.). Bu sorunu Platon, şu şekilde ele almaktadır: ‘Hiç kimse bile bile kötülük etmez. Kötüler, vücutları kötü olduğu, kötü eğitildikleri için kötüdürler. Ama, insan, bütün gücüyle, tahsil ve terbiyesiyle, yaşayışıyla kötülükten kaçmaya, onun zıttı olan erdeme (iyiliğe) varmaya çalışmalıdır. İyi olan her şey güzeldir. Güzel de hiçbir zaman orantısız olmaz. O halde, bir canlı, güzel olabilmek için tam bir orantı içinde bulunmalıdır’ (Öktem’den akt.).”
İnsanın kötülüğü hakkındaki kitabında Cole (2023), saf veya mutlak kötülükten bahseder. “İnsanların, insana dair kabul edilebilir bir amaca ulaşmak adına başkalarına korkunç şeyler yapmalarını bir noktaya kadar anlayabiliriz, örneğin iktidar hırsı, zenginlik, popülerlik veya sıklıkla toplumun ve hatta insanlığın genel menfaati gibi; ancak bu “saf olmayan” bir kötülüktür, kötü sonuçlar gayri ahlâkî veya en azından dünyevi niyetlerle ya da hatta belki iyi niyetlerle karışmıştır. Fakat “saf” kötülük sadece sonuçların kötülüğünü değil, niyetlerin de kötülüğünü içerir. Başkalarının acı çekmesini ve mahvını sırf ıstırap ve mahvetme hatırına istemektir. Bu neredeyse anlaşılmazdır, öyle ki pek çok düşünür insanların böyle bir kapasitesi olmadığını savunmuştur. İnsan aktörler sadece saf olmayan anlamda kötü olabilirler, saf kötülük ise (şayet varsa) doğaüstüne aittir. Dolayısıyla, doğaüstünü reddedersek saf kötülüğün gerçekliğini de reddetmek durumundayız gibi görünüyor.”
Kötülük kavramı ve özellikle kötü ruh olarak temsil edilen karakterler tüm toplumların mitolojik hikayelerinde oldukça önemli bir yer tutar. Mitolojide var olan kötü ruhlar geçmişten günümüze uzanan bir anlatıdır. Bu anlatı insanoğlunun en derin korkularını, zorlukla başa çıkma yöntemlerini, bilinmezi anlama çabalarını yansıtır. Kolektif bilinçaltından bilince çıkan cinler, periler, canavarlar, devler, cadılar, ejderhalar gibi mitolojik ve masalsı yaratıklar bir milletin en önemli kültür kodlarıdır. Bir millet hakkında en önemli verileri mitolojilerinde ve masallarında bulabiliriz. Tüm kültürlerin mitolojisinde olduğu gibi, her biri kendine özgü özelliklere ve hikayelere sahip büyüleyici tanrılar ve efsanelerle zenginleşmiş Türk Mitolojisinde de kötü ruhlar mitolojik sistemlerde geniş yer tutan olgulardandır. Kötü ruhlara dair var olan inançlar kültürden kültüre değişim gösterdiği için bir milletin bilinçaltının aynası olan mitolojide yer alan tasarımlar da birbirinden farklılık gösterir fakat genel olarak bakıldığında kötü ruh insanlara kötülük eden doğaüstü bir varlık olarak tasvir edilir.
Bu varlıklar Türk mitolojisinde “iyi-kötü” karşıtlığında kötü olarak kabul edilen varlıklardır. Buna bağlı olarak bu varlıklardan çeşitli kötülükler beklenir. Bu kötülükler kişinin doğrudan kendisine yapılan ve sonu psikolojik rahatsızlık, sakatlanma ya da ölüme varabilecek çeşitli eylemlerdir. Bunun yanısıra kişinin çeşitli mallarına zarar verme, yoldan çevirme suretiyle niyet ettiği işine engel olma veya kişinin ailesinden birine zarar verme gibi sonuçlar doğuran eylemler de bu varlıklarla ilişkili düşünülmüştür. Buna bağlı olarak bu varlıklardan gelebilecek herhangi bir kötülüğe karşı bir kaygı mevcuttur denilebilir. Bu da kötü ruhları bir korku sembolü haline getirmiştir. Türk mitolojisinde kötü ruhların, dünyadaki diğer halkların mitolojik görüşlerine benzer bir şekilde korkunun ifadesi veya kişileştirmesi haline geldikleri düşünülebilir. Bu bağlamda insanın herhangi bir tehlike karşısında zarar göreceği duygusundan kaynaklanan ve bir nesneye bağlı olarak ortaya çıkan yani var olan bir nesneden kaynaklanan korku duygusunun Türk mitolojisindeki nesnelerinden birinin de “kötü ruhlar” olduğunu ifade edebiliriz. Türk mitolojisinde tam olarak belirlenemeyen yapılarından dolayı kötü ruhların yarattığı bilinenden bilinmeyene yönelen hareketin ortaya çıkardığı duygu korku duygusudur. Türk halk kültüründe, genelde cin olarak düşünülen kötü ruhlar insanlara karşı çeşitli eylemler sergilerler. Bu eylemlerin başında insanlara karşı çeşitli oyunlar oynayıp insanları korkutmak yer almaktadır. Bu bağlamda, Türkiye sahasında gelenek çerçevesinin yayılması sonucu cin olarak düşünülen kötü ruhların, birçok kültürde olduğu gibi, ilk başlarda mistik tasavvurlarda belirgin bir yer tutarken zamanla kökenleri ve geçmişteki işlevlerinin unutulduğu görülmektedir. Bu durum da bu kötü ruhların birer korku ögesine dönüşmesine sebep olmuştur (Sarpkaya, 2014).
“Türk Mitolojisinde Fantastik Varlıklar” adlı kitabında Bilgili (2022) Türk mitolojisi ve masallarındaki kötü ruhların önde gelenlerini tüm detaylarıyla kaleme almıştır:
Erlik Han - Yer Altı Tanrısı
“Erlik Han” ya da “Erklik-Erglik Han”, yer altı aleminin tanrısı olduğu için “Yerlik” olarak da bilinir. Altay Türkleri her zaman özellikle de salgın hastalıklar hüküm sürdüğü dönemlerde, Erlik Han’dan çok korkar. Doğrudan adını söylemek tabudur bu yüzden ona “Kara Neme” (Kara bir şey) derler. Erlik yer altı ile ilişkilendirilen 3 gezegenin, Venüs, Satürn ve Mars’ın kötücül taraflarını yansıtır. Erlik Han, Satürn gezegeni ile ilişkilendirilir (Esin’den akt. Bilgili, 2022). Erlik atletik vücutlu, esmer-kara ve yaşlı bir adam olarak tanıtılır ki, Türk minyatürlerinde de Satürn, esmer yaşlı bir adam olarak tasvir edilir. Erlik, salgın hastalıklar ve korkunç felaketler gönderir. Satürn de bulaşıcı hastalıklar, felaketler ve depremlerden sorumludur. Salgın hastalıklar, savaşlar, toplu ölümler, yeryüzü felaketleri gibi durumlar Satürn, dolayısıyla yer altı tanrısı Erlik Han’a atfedilir. Erliğin sıfatlarından biri “Pos Erlik” yani inatçı Erlik’tir ki, bu Satürn’ün mizacıdır. Diğer sıfatları küstah, edepsiz, uyumsuzdur. Erlik Han’dan bahsedilirken “Kara” kelimesinin sürekli tekrarlanıyor olması onun kötücül bir varlık olmasının dışında, Satürn’ün de özelliği olan yer, toprak ve kara parçalarını yönettiği anlamına gelir. Satürn toprak gezegenidir ve deprem, toprak kayması gibi felaketlerden sorumlu tutulur. Erlik, kudretli, güçlü, kuvvetli anlamına gelen “Erklig” sözcüğünün değişmiş şeklidir. Venüs’ün kötücül savaşçı tarafı ile ilişkilendirilir. Erlik Han Türk mitlerinde şu şekilde tasvir edilir: Erlik korkunç bir ihtiyardır. Gözleri ve kaşları kömür gibi kara, çatal sakalı dizlerine kadar uzamış, yaban domuzunun azı dişlerine benzeyen bıyığı kulakları üzerine yerleşmiş, çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine benzer. Burnu domuz burnuna benzer. Saçları kapkara ve kıvırcıktır.
Hayat ağacının köklerinin yer altında, Erlik Han’ın sarayına kadar indiği düşüncesi de vardır. Ruh Kuşları gökyüzündeki tanrısal ve ruhsal bölgeyi anlatır. Yersu kişioğlunun yaşadığı yeryüzüdür. Erlik ise yer altında yaşar. Bu ağacın gökyüzündeki dallarına Ülgen’in, ortasındaki yeryüzü bölümüne Kişioğlu’nun yani insanın ve yer altındaki köklerine ise Erliğin atını bağladığı düşünülür. Mitoloji şöyle devam eder. Erlik kibirlenir ve şöyle söyler:
Ben niçin olmayayım Tanrıdan daha yüksek,
Tanrı neden dolayı, göklerde olsun tek,
Ben niçin olmayayım hem kuvvetli hem yüce,
Bu bir kabahat midir ben doğduysam yenice (ilkönce).
Erlik bu sözleri söyler ve ilk yaratılan insana kötülük yapmaya başlar.
Kiştey Ana ve Erke Solton
Erliğin 9 kızı vardır ve saçları kara yılana benzer. Yalnızca sekiz gözlü “Kiştey Ana” ve “Erke Solton” adındaki kızlarının ismi bilinir. Bu kızların örgülü kara saçları yılan şeklindedir. Bu kızlar hoppa, şarlatan, hayasızdır ve çatallı göğüsleri vardır. Bu kızlara “Kara Kızlar” adı verilir. Bu kızlar oyun ile vakit geçirirler. En büyük keyifleri de Erlik Han’a ve Ülgen’e kurbanın ruhunu götürmeye giden şamanları baştan çıkarmaktır. Venüs’ün sabah yıldızı olarak doğması, onu elinde kılıcı tüm yıldızları öldüren acımazsız bir savaşçıya çevirir. Ona Türk mitolojisinde “Kiştey Ana” ya da “Erke Solton” adı verilir ki, ikisi de Erliğin kızları olarak bilinir. Kiştey Ana ve Erke Solton Venüs gezegeninin kötücül ve cadı karakterine büründüğü şeklidir.
Abası - Abahı
Tek ayaklı, tek gözlü ve kel yaratıklar olarak tasvir edilen “Abası’”arın ayakları terstir ve arkaya doğru yürürler. Onlar insanları yolundan çıkarıp cinayete sürükleyebilirler. İnsanın aklını başından alıp deliye çevirebilirler.
Al Karısı - Al Bastı
Al Ruhu inancı tüm Orta Asya Türk coğrafyası ve Anadolu’da yaygın bir inanıştır. “Al Ruhu” adı da verilen bu ruhlar yer altı, sular, kayalık ve dağlar ile bağlantılı, kötücül, şarlatan ve insanları aldatan ruhlardır. Türk mitlerinde “Ana Tanrıça” arketipinin olumsuz türevlerinden biri “Umacı” ya da “Al Karısı” karakteridir. Venüs’ün güneş önünden geçişleri onu cadı karakterine sokar. Bazı edebi metinlerde çirkin, saçları dağınık, avurtları çökmüş, güçlü, kuvvetli ve uzun boylu tasvir edilir. Bazı mitolojik metinlerde ise dünyadaki en güzel kadından bin kat daha güzel olduğu anlatılır. Altay Türklerine göre Al Bastılar Erlik Han’ın hizmetindedirler. Lohusalara musallat olan bu kötü ruh, Al Ruhu, Al Karısı, Al Bastı, Abis, Almıs, Alban, Alvasti adlarıyla da anılır. Özbek Türkleri Al Bastı’yı pejmürde, dağınık saçlı bir kocakarı suretinde tarif ederler. Lohusayı boğmasından korktukları için yalnız bırakmazlar.
Körmösler
Teleüt şamanlarına göre göklerde iyi ruh olan Ülgenler, yer altında ise kötü ruh olan “Körmösler” yaşar. Bunlar Erlik’in yönettiği ruhları, elçileri ya da hizmetkarları şeklinde geçer. Kötü Körmösler Erliğin ordusudur. Altay Türkleri Körmös kelimesini kötü ruha dönüşen herhangi bir ölümlüyü ifade etmek için kullanır. Yeryüzünün her yerine dağılmış olan kötü Körmösler arasında disiplin yoktur. Aralarında kavga eder, çatışır ve savaşırlar. Hepsi son derece açgözlü ve oburdur. Hatta insan bile yerler. Biri hastalanıp öldüğünde “Körmös onu yedi” derler. Vücuttaki yara izleri Körmöslerin ısırıkları olarak kabul edilir (Anohin’den akt. Bilgili, 2022) Altay Türkleri kötü Körmösler insanlara hastalık gönderdiğinde kurban keserler. Körmösten kurban edilen hayvanın ruhunun karşılığında hasta insanın ruhunu bırakması istenir.
Abra ve Yutpa
Altay mitlerinde “Ker Yutpa” ve “Ker Balık” şeklinde geçer. Burada “Ker” kötü anlamında kullanılır. Ejder, yılan, balık, semender ya da timsaha benzer şekilde tasvir edilirler. Dört ayaklı ve çatal kuyrukludurlar. Abra ve Yutpa yer altı canavarları olarak da bilinirler. Toybadım-Doymadım ırmağında ve yer altındaki büyük tengizde yaşarlar. Yer altına inen kötü insanların ruhlarını “yuttukları” düşünülür. Bu yüzden “Yutpa” şeklinde adlandırılır.
Kara Koncolos
Türk söylencelerinde 25 Aralık’tan 6 Ocak’a kadar kötücül ruhların çıkacağına dair bir inanış vardır. Bu kötücül ruhlara “Kara Koncoloslar” adı verilir. Bu tarihler gecenin en karanlık olduğu dönemdir. Kara Koncoloslar geceleri ortaya çıkar ve dışarıdan tanıdık bir insan sesiyle evlere seslenirler. Bu sese inanıp gidenlerden bir daha haber alınamadığı anlatılır. Sokakta rastladığı insanlara “Nereden geliyorsun?” “Nereye gidiyorsun?” gibi sorular sorar. Verilecek cevapların başında mutlaka “Kara” kelimesinin olması gerekir. “Karadağ'dan geliyorum” “Karabağ'a gidiyorum” gibi. Yanlış cevap verildiğinde elindeki tarak ile insanları yaralar. Bu nedenle evlerde taraklar ortada bırakılmaz ve saklanır. Ağzı açık küplere tükürdüğü ve işediği düşünüldü için mutlaka üzerleri örtülür. Türkçe’deki “Kara Kış” tabiri adeta hem kış ayının zorluğunu hem de Kara Koncolos’u çağrıştırır. “Karabasan” adıyla bilinen ve uykuda felç durumuna yol açan başka bir masalsı yaratık için de “kara” tanımlaması kullanılır.
Cazılar - Cazular - Cadılar
Türk Gölge Tiyatrosu’nda cinler, periler, cadılar, cazular, ejderhalar, yılanlar, devler en çok görülen yer altı varlıklarıdır. Bunlardan en önemlisi “Cazu” ya da “Cazı” karakteridir. Türk mitolojisi ve masallarındaki Cazı, Cazu, Cadı, Cadoloz karakterleri “Ana Tanrıça” arketipinin olumsuz türevi olan Al Karısı’nın diğer biçimleridir. Halk söylencelerinde “küpe binen kadın” ya da “küp uçuran karı” tabirleri ile anılır. Batı masallarında cadılar süpürgeye, Türk masallarında ise küpe binerek uçar. “Küplere binmek” deyiminin kökeninde bu masal motifi vardır ve çok sinirli, kızgın insanlar için kullanılır. Türk Gölge Tiyatrosu’nda Cazı figürü elinde kırmızı bayrak taşır. Cazı savaş bayrağını açmış ve küpün üzerinde uçmaktadır. Kırmızı renk savaşı ve saldırganlığı ifade eder. Cazular tamamen çıplaktır ve göğüsleri oldukça belirgindir. Bu bağlamda onların şamanı baştan çıkarmaya çalışan Erlik Han’ın kızlarına çok benzediği de anlaşılabilir. Cazuların saçlarındaki saç iğneleri onların zehirli olduğunu ve bu iğneleri batırdıkları kişinin ebediyen uyuyacağı ya da öleceğini gösterir. Nitekim Pamuk Prenses masalının Türkçe versiyonu olan Nartanesi olarak da bilinen “Nardaniye Hanım” masalında cadı karakteri saç iğnesi ya da tokasını Nardaniye Hanım’ın saçına takar ve Nardaniye Hanım sonsuz bir uykuya dalar.
Çarşamba Cadısı
Türk anlatılarında Çarşamba’nın şeytani ve matrak bir karakteri vardır. Çarşamba günü cin, öcü, cadı vs. ile özdeşleştirilerek canlandırılır ve bir bedene sahip olur. Bu bağlamda Türk sözlü kültüründe tanrıça imgesinin olumsuz türevlerinden biri “Çarşamba Karısı” karakteridir. Albastı, Almıs, Küp Karısı gibi Cadı arketiplerinden biri olan “Çarşamba Karısı” saçı başı dağınık, çirkin görünümlü dişi bir varlıktır. Anadolu inançlarına göre çarşamba günleri ortaya çıkar ve hızlı bir şekilde dolaşarak evin her tarafını dağıtır. Yarım bırakılmış örgüleri söken ve ipleri birbirine dolayan, mutfakta bulunan yağ, bal ve unu birbirine karıştıran, etrafı dağıtıp kirleten bir varlıktır. Bazen atlara musallat olup yelelerini örer ve terleyene kadar koşturur. Geleneksel inanca göre Çarşamba Karısı, salı akşamları ev ev dolaşmaya başlar, yarım kalmış işleri bozar ve karıştırır. Bundan dolayı salı gecesinden çarşamba gününe yarım kalmış iş bırakılmaz. “Salı sallanır” deyimi de işte bu yarım kalan işler için söylenir. Bazı yörelerde çarşamba günleri ev kadınlarının tatil günü gibidir. Çamaşır yıkanmaz, ev süpürülmez vs. Çarşamba Karısı’nın çocukları evlerden kaçırdığı da söylenir.
Gulyabani
“Gulyabani” alacakaranlıkta, mezarlık ve çöllerde insanlara görünen korkunç bir yaratık olarak bilinir. Kocaman vücudu tüylerle kaplı, pis kokan bu yaratığın ayakları ters olarak düşünülür. Gündüzleri mezarlara girdiği, geceleri hortlayıp çıktığı anlatılır. Avcılara yaklaşarak onlarla güreş tutar. Avcı kazanırsa sessizce çekip gider. Fakat o kazanırsa avcı uzun süre hasta yatar. Harabe yerlerde ya da çölde yatan birinin kan çıkana kadar ayağını yaladığı ve kanını içtiği söylenir.
Türk mitolojisi ve masalları kötülük ve kötü ruhlar konusunu zengin bir şekilde işlemektedir. Bu anlatılar, toplumsal değerleri ve ahlaki dersleri aktarmanın yanı sıra, insanların bilinçaltındaki korku ve kaygıları da yansıtır. Günümüzde bile bu mitolojik öğeler modern edebiyat ve popüler kültürde kendine yer bulmakta ve geçmişten gelen bu kadim bilgeliği yeni nesillere aktarmaktadır. Türk mitolojisinin zenginliği, kötülükle mücadelenin yanısıra, insan ruhunun derinliklerine inerek evrensel insanlık durumlarını ve duygularını keşfetmemize olanak tanır. Bu bağlamda, Türk masalları ve mitolojik hikayeler, sadece birer eğlence aracı değil aynı zamanda derin manevi ve kültürel bir miras olarak kalıcı bir değer taşımaktadırlar.
Kl. Psk. Şehnaz Tuna
24 Temmuz 2024
KAYNAKÇA
- Bilgili, N. (2022). Türk Mitolojisinde Fantastik Varlıklar. İstanbul: Hermes.
- Cole, P. (2006). Kötülük Miti. (R. Kuldaşlı, çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
- Russel, L. (2024). Kötülük. (O. Doğan, çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
- Sarpkaya, S. (2014). Türk Mitolojisinde Kötü Ruhlar. 20 Temmuz 2024 tarihinde https://frpnet.net/makaleler/turk-mitolojisinde-kotu-ruhlar adresinden erişildi.
- Taşabat, M. (2021). Kötülük ve Kötülük Sorunu Üzerine Kısa Bir Bakış. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 6 (1), 41-55. doi: 10.33905/bseusbed.897190