İngiliz yazar J.K. Rowling’in milyonları bulan satış rakamlarıyla edebiyat dünyasında çığır açan fantastik roman serisinin baş kahramanı Harry Potter ile hikâyenin önemli karakterlerinden Sirius’un bu diyaloğu tekin olmayan, açıklanamayan, belirsiz ve korkunç olan ölümün daha tanıdık ve bilindik olan bir benzeriyle eşleştirilerek yumuşatılmasına ne güzel bir örnektir. Eski çağlardan bu yana ölümün ikizi olarak anılan uyku, insanoğlunun bilincinde ölümün metaforu olarak anlamlandırılmış, bu ilişki mitoloji, din, edebiyat, sanat, bilim ve gündelik hayatta farklı şekillerde ele alınmıştır. Yaşamın iki vazgeçilmez olgusu uyku ve ölüm hemen her dönem birbirinden ayrılmayan ikili olarak birçok kaynağa konu olmuştur. Bu iki olgunun en yoğun ilişkilendirildiği kaynak olan Antik Yunan mitolojisinde, Zeus’un bile krallığına girmeye çekindiği, her günün sonunda karanlığı getirmek için gökyüzünde “gece karası bir at arabası süren”, gecenin korkunç kraliçesi Tanrıça Nyks’in ikiz çocukları, “uykunun efendisi” Hypnos ve “huzurlu ölüm” Thanatos’tu. (Milbourne & Stowell, 2010) Hades’in yeraltı dünyasında yaşayan gecenin çocukları Hypnos ve Thanatos, Hesiodos’un epik eseri Theogonia’da (2015) güneşin doğarken de batarken de üzerlerine ışımadığı iki korkunç tanrı olarak anlatılır. İkiz olsalar da bu iki kardeşin mizaçları birbirinden farklıdır. Birincisi dünya ve denizlerin üzerinde huzurla gezinir ve insanoğluna iyi davranırken diğerinin demirden bir kalbi, insanı bir kere eline geçirdikten sonra bırakmayan, ölümsüz tanrılara bile nefret besleyen tunçtan ruhu vardı.
“Orada oturur kara Gece’nin çocukları
Uyku ile Ölüm, o korkunç Tanrılar.
Güneş hiç çevirmez onlara ışıklarını
Ne göklere çıkarken ne de inerken.
Biri dolaşır sırtında toprağın ve denizin
Tatlı bir huzur götürürken insanlara.
Ötekinin demirdendir yüreği, tunçtandır canı.
Yakaladığı insan kurtulmaz hiç elinden,
Kin besler ölümsüz Tanrılara bile.”
Hesiodos
Benzerlik ve farklılıklarıyla uyku ve ölüm arasındaki bu güçlü evrensel bağ dinlere de farklı şekillerde yansımıştır. Birçok dini inanışa göre vakti geldiğinde tüm ölüler derin bir uykudan uyanarak dirileceklerdir. Bir diğer inanca göre aslında yaşadığımız hayatın baştan sona tümü ölümle sonlanacak (diriliş) upuzun bir uykudur. “Ölümün uykuya neden benzetilmiş olduğunu tahmin etmek zor değil. Ölmüş insanın uykuya dalmış kişiye görünüşteki fiziksel benzerliği, her iki durumda dışsal uyaranlara -uyuyanda kısmen, ölmüş olanda ise mutlak biçimde- yönelik kayıtsızlık, rüya olgusunun yanıltıcılığından hareketle, bedenden bağımsız olduğu varsayılan ruhun uykuda bedeni terk edip geri döndüğüne, ölümde ise bedeni geri dönmemek üzere temelli terk ettiğine dair inanç (Kurân’daki Zümer suresinin 42. ayeti bunun en güzel örneğidir) insanoğlunun binyıllar önce, çifte eğretilemeyle, ölümü uykuya, uykuyu da ölüme benzeştirmesini kolaylaştırmış olmalı.” (Kızıltan, 2017) Her gece uykuya dalan canlı aslında kısmi bir ölüm yaşar. Uyku esnasında “canın bedende kalma” durumu vardır, onun dışında uyuyan kimsenin dünya ile bağlantısı kesilir, sadece beyin fonksiyonları çalışmaya devam eder; böylece solunum, sindirim ve dolaşım gibi hayati sistemlerin devamlılığı sağlanır. Klinik olarak ölümün tanımında ise beyne giden kan akışının durmasıyla beyin fonksiyonları tamamen durduğu için bütün bedensel faaliyetler de durur ve yaşam sona erer.
"Gözlerimi kapatmayı denedim. Sonra uyumanın nasıl bir his olduğunu hatırlamaya çalıştım. Fakat orada yalnızca uykuya yer olmayan zifiri bir karanlık vardı. Bu, zihnimde ölümü çağrıştırdı. Ölecek miyim acaba diye, geçirdim içimden. Eğer bu şekilde ölüp gidersem, benim yaşamımın anlamı ne olacak?"
Uyku, Haruki Murakami
Uykunun kendisinde ve farklı hallerinde bilinç ve irade pasif olur, akıl ve idrak yetisi yoktur: Anne karnında uyuyan bebeğin gelişiminin son aylarında bilinç oluşur; bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan bir girişim olarak kabul edilen ve uygulanan kişinin transa geçtiği bir tür uyku hali olan hipnozda -kelime kökeni uyku tanrısı “Hypnos"dan gelmektedir- uyku ile uyanıklık arası bilincin değişken hali söz konusudur; koma uzun bir bilinçsizlik durumuyken, narkoz ilaçlı koma halidir; bayılma ve blackout uykuya benzeyen ama bilinç kaybının var olduğu hallerdir. Uykuda bilincin bedenden ayrılma halinin en güzel tasvirini Murakami'nin “Uyku” (2015) isimli öyküsünün 17 gündür uyuyamayan baş karakterinin anlatısında okuruz: “Böylesi bölük pörçük uyuklamalar gün boyunca kesintisiz devam ediyordu. Kafamın içi sürekli bir sisle kaplı gibiydi. Etrafımdaki şeylerin net mesafesi, niteliği veya neyden yapılmış olduklarına dair hüküm veremiyordum. Sonra uyuklama belli aralıklarda yeniden üzerime dalga dalga yükleniyordu. Tren koltuklarında, sınıftaki masamda, hatta akşam yemeği sofrasında farkında bile olmadan uyukluyordum. Bilincim bedenimden usulca ayrılıyordu. Sanki dünya sessizce benden uzaklaşıp gidiyordu.” Uyku, yaşamın sonu olan ölümün kardeşiyken uykusuzluk yaşamsal faaliyetleri zedeler, bağışıklık sistemini çökertir ve bilinçsel faaliyetleri durdurur. Hayatta kalmak için uyumaya çabalayan bedeni ile yine hayatta kalmak için uykuya direnen bilincinin çekişmesini yaşayan, Murakami’nin karakteri için ölüm, bilincin yok olduğu uyku halinden başka bir şey değildir: “Ben o zamana kadar uykuyu ölümün bir biçimi olarak görmüştüm. Kısacası, uykunun uzantısında bir nokta olarak düşünmüştüm ölümü. Ölüm dedikleri, bir tanım getirmek gerekirse, normal uykudan çok daha derin, bilincin asla var olmadığı bir uyku… Sonsuza ulaşan bir mola, kendinden geçme… Öyle düşünüyordum.”
Uykudan her seferinde bir uyanış varken ölümden uyanış ne yazık ki yoktur. “Ölüm, çoğunlukla ebedi uyku, uyku ise ölümün kendini bilmezliği ile bir tutulmuştur. Belki de uykunun bedeni ve ruhu rahatlatıcı etkisiyle, ölümün korkutucu ve soğuk yüzü silinmeye çalışılmıştır.” (Saraçoğlu, 2005) Derin bir uykuyu "ölü gibi uyumak" şeklinde tarif ederken, ölümün kendisini "sonsuz uyku" olarak tanımlayan gündelik dilde de uyku ve ölüm olgularının çift yönlü olarak birbirine benzetildiğini görürüz. Sözün bittiği yer dediğimiz zamanlarda ölenin arkasından gönderilen “Işıklar içinde uyusun”, “Nur içinde yatsın” temennilerini içeren taziye sözleri ölümün zifiri karanlığını aydınlatır.
Uykusuz geçen gecelerin sebebi demir kalpli Thanatos’tan kaçmaksa eğer, gecenin uykuyu sembolize ettiği bu düzende her faninin arzusu Hypnos’un huzurlu kollarında ölmek değil midir?
KAYNAKÇA
- Hesiodos. (2015). İşler ve Günler-Tanrıların Doğuşu. F. Akderin (Çev.). İstanbul: Say.
- Kızıltan, H. (2017). Uyku ve ölüm ilişkisine dair psikokültürel bir analiz: Enkidu’nun uykusu. https://bilimvegelecek.com.tr. (155).
- Milbourne, A. & Stowell, L. (2011). Yunan Mitolojisi. E. Uslu (Çev.). İstanbul: İletişim. (İlk baskı. 2010).
- Murakami, H. (2015). Uyku. H.C. Erkin (Çev.). İstanbul: Doğan Kitap. (İlk baskı. 1990).
- Rowling, J.K. (2007). Harry Potter ve Ölüm Yadigarları. S. Okyay & K. Kutlu (Çev.). İstanbul: Yapı Kredi.
- Saraçoğlu A. (2005), Grek Mitolojisinde Gece, Uyku ve Ölüm İlişkisi. Arkeoloji ve Sanat Dergisi. (119) 49-58.