Tarih boyunca insanoğlu ölümün karşısında yaşadığı tarifsiz acısını ilk olarak definlerle birlikte ifade etmiştir. Ölümle birlikte başlayan yas sürecinin ilk safhası olan definde kişinin ölen sevdiğinden sonsuza dek ayrılacağı kesinleşir. Bu yüzden insanlar yakınları vefat ettiği zaman, son yolculuklarında onlara eşlik edip uğurlamak için ritüel şeklinde törenler yapıp sevdikleriyle vedalaşırlar.
Durkheim’in bireyin ölüm karşısında deneyimlediği kişisel acısını içinde bulunduğu toplum tarafından tanımlanmış, kültürel normlarla şekillenmiş yas ortamlarında topluca ifade ettiğini vurgulamasından yola çıkan Robben (2004), yasın kendiliğinden oluşan bir duygu olmayıp teskin edici cenaze törenlerinde sergilenen kolektif bir zorunluluk olduğunu savunmuştur. Bu yaklaşım Osmanlı İslamı’nda yer alan kurallar kapsamındaki cenaze ritüelleri ile de desteklenebilir. Osmanlı İslamı’nda ölüm sonrası süreç son derece önemliydi. “Ortalama Osmanlı için bütün bu süreç çok önemlidir. Ölüm halinde nelerin nasıl yapılması gerektiği İslam dininin ilkeleri arasında yer almakta, dolayısıyla da Müslüman toplumunun ortak kültürünün en temel unsurlarından birini oluşturmaktadır. Bu kültürün aktarımında hem sözlü geleceğin hem yazılı eserlerin kullanıldığını biliyoruz. Ölmekte olan bir kişiye nasıl şehadet getirtileceği, kişinin öldüğü andan defnine kadar neler yapılacağı ve bunların hangi kurallara göre uygulanacağı, farklı durumlarda nasıl hareket edileceği, nelerin farz, müstehab, caiz ya da tam tersine mekruh veya yasak olduğu konusundaki bilgiler, Kudurî’nin Muhtasar adlı eseri gibi birçok kitapta anlatılmaktaydı.” (Eldem, 2005)
Ölüm, bireysel bir olgu olsa da ölenin sosyal bir varlık olması sebebiyle sosyal bağlamda da var olmaktadır. Ölüm sonrası ilk adım olan cenaze ritüelleri konusunda bir genelleme yapmak oldukça risklidir çünkü en baş dinlerin kendi içlerinde bile cenaze ritüelleri oldukça geniş yelpazeye yayılan bir farklılık gösterir. Ölümün geriye döndürülemez bir olay olduğu inancı Batı kültüründe son derece güçlüyken, diğer birçok kültür için ölüm süreçsel ve döngüsel, bir kavramı temsil eder. Ölümün geniş, karışık ve bir o kadar da çok boyutlu bir olgu olma özelliğini göz önünde bulundurduğumuzda sonrasında yaratılmış bu ritüellerin kültürel ve dini inançlar doğrultusunda değişkenlik göstermesi de çok şaşırtıcı değil. Hatta bu değişkenlik sadece toplum, kültür ya da dini faktörlere bağlı olmayıp aynı kültüre bağlı toplumun içinde yer alan sınıfsal farklara göre de kendini gösteriyor.
“Hayat denilen daimi rahatsızlığın
günün birinde sona erecek olması gerçeğiyle barışığım”.
Sigmund Freud
Hindu geleneklerine göre devam eden önemli bir ritüel Antyeshti’dir. Kremasyon olarak bilinen bu törende yakılan ölülerden arta kalan küller kutsal nehre saçılır. “Kuralları MÖ 500’de yazıldığı bilinen bu ritüelde ölen kişi kendi cinsinden biri tarafından yıkanır. Eğer erkekse traş edilir, beden sandal ağacı hamuruyla sıvandıktan sonra giydirilir ve nehir kenarında hazırlanmış ölü yakmak için hazırlanmış odun yığınında (pire) yakılmış ateşte yakılır. Maddi imkana göre bu pyre’ler sandal ağacı, safran, kafur ve miskle taçlandırılır. Üç gün sonra kül artıkları arasında kalan kemikler ölenin ailesi tarafından toplanarak nehre atılır. Ölümü takip eden 12ci günün sonunda bir anma töreni düzenlenir. Günümüz kremasyon teknolojisinin beraberinde getirdiği değişim sonucu bugün bu ritüeller yazıldığı şekilde uyarlanamasa da mantra söylemi ve adaklar kremasyon yerinde yapılmaktadır.” (Kerrigan, 2007). Çin geleneğinde adaklar da ölenle beraber yakılır. Bedenin yeniden var olması (resurrection) inancı Hristiyan dininde kremasyonu yasaklamıştır. Ama zaman içerisinde 20ci yüzyıl itibarıyla bu konudaki tavır değişmiştir. Örneğin, Katolik kilisesi bedenin yakılmasına dair olan itirazlarından 1963 yılındaki 2ci Vatikan Konseyi’nde vazgeçmiştir. Ve bugün kremasyon Katolikler arasında yaygın bir uygulama haline gelmiştir.
Yahudi Hristiyan gelenekleri bir tutulsa da her iki dinin sisteminde majör farklılıklar gözlemlendiği gibi diğer yandan tamamen farklı iki din olan İslam ve Yahudi cenaze törenlerinde örtüşen ortak davranışlar vardır. Bunlardan biri de ölen kişinin zaman kaybetmeden toprağa verilmesidir. Bu geleneğin oluşmasındaki ortak nokta her iki dinin çıkış bölgesi olan Ortadoğu’da var olan sıcak hava şartlarıdır. Budist dinin egemen olduğu alanlarda da sıcak hatta çok daha sıcak hava hâkim olsa da ölenin çürümesi başka bir boyuta geçtiğinin göstergesi olduğu için ölünün derhal defnedilmesi yerine açıkta kalması gerekir. Reenkarnasyon inancından yola çıkan ve “Gökyüzü Defni” olarak adlandırılan Tibet usulü cenaze töreninde ise ölünün bedeni, çürüyüp dağılarak yeniden doğaya karışması ya da leş kuşları tarafından yenilmesi için dağ tepesine bırakılır. İslam’da ise bedenin çürümesine izin vermek ölüye saygısızlık olarak kabul edilmektedir. Yıkanma özel ritüellere bağlıdır. Bir tek şehitler, toprağa gömüldüklerinde şehitlik işaretlerini üstelerinde taşısınlar diye yıkanmazlar. Törenlerin içeriği her ne olursa olsun dinlerin çoğunda ortak olan bir davranış var ki o da ölünün yıkanmasıdır. Burada asıl amaç ölüyü diğer dünyaya temiz göndermektir. Genel olarak hangi dine mensup olursa olsun yıkama esnasında erkek ölüleri erkeklerin, kadın ölüleri kadınların yıkama kuralı geçerlidir.
Ölümün evrensel bir korku olma özelliği ölene de “korkulan/korkutan” anlamını yükler. Bu yüzden birçok toplumda gidenin geri gelme ihtimali uğursuzluk sayılır. Bunun en açık örneğini Japon kültüründe görüyoruz. Japon geleneklerinden halen uygulanmakta olanlarından biri ölüye yeni özel isimler atanmasıdır (kaimyo). Bu Budist inanca göre ölüm sonrası tayin edilen yeni isim sayesinde kişinin ölümlü dünyadaki ismi yanlışlıkla telaffuz edilse de geri çağrılması artık mümkün olmayacaktır. Bu korkuya karşı ölüyü tabu statüsünden çıkaran bir toplum var ki günümüzde halen sürdürdükleri bu geleneği anlayıp içselleştirebilmek bir hayli güç. Endonezya'da Sulawesi Adası'nda yaşayan Toraja halkı “Ma’nene Festivali” adını verdikleri ölü anma törenlerinde ölülerini onurlandırmak ve onlara saygılarını göstermek amacıyla her üç yılda bir yakınlarının bedenlerini mezardan çıkarıp, üzerlerindeki giysileri temizliyor, en güzel elbiselerini giydiriyor, gezdiriyor ve onlarla beraber fotoğraf çektiriyorlar. Bu topluluğun yüzyıllardır süren ve “Ceset Temizleme Töreni” olarak bilinen bu geleneği Batı kültürüne göre korkutucu gelse de bölge halkı için bir hayli kutsal bir ritüel. Bu tören sayesinde yerel halk, öleli yüzyıllar olsa bile, aile üyelerinin hala kendileriyle birlikte olduğuna inanıyor (Ölüleri Mezardan Çıkarıp Giydiriyorlar, 2015). Ölmüş yakınlarının bedenleri ile hasret giderdikten sonra bedenleri mezarlarına geri yerleştirmek suretiyle onlarla yeniden vedalaşıyorlar. Ölene saygının diğer olağandışı bir formu -artık uygulanmamakla beraber- Wari topluluğunda görülmekteydi. Morg yamyamlığı olarak tarif edilen “endokannibalizm” ritüelini 1960’lı yıllara değin sürdüren Wari toplumunda ölen kimsenin yakınları gelenekleri kapsamında ve yaslarının bir süreci olarak ölü bedenin tüm parçalarını kızartarak (beyin, kalp, ciğer ve hatta bazı kemik parçaları) yiyorlardı. Öleni yerde çürümeye bırakmaktansa kendi bedenlerine katmak ölenin arkasından sergilenen bir saygı göstergesiydi. (Conklin, 2004)
"Ne güneşe ne de ölüme göz kırpmadan bakılabilir.”
La Rochefoucauld
Yas kompleks duyguların hepsini bir arada içerir. “Nyakyusa cenaze törenlerinde çok kuvvetli duygu durumları ritüelin kendi içerisinde zorunlu hareketler serisinden daha fazlası olmak üzere mevcutturlar. Ölümden dolayı yaşadıkları kaybın tutkusuyla dans ederler ve bu dans öfke, korku ve yasın kompleks bir karışımıdır.” (Rosalda, 2004). Dansın yanı sıra yas sürecinin önemli ritüellerinden biri de ölen kişiyle alakalı güzel anıların ve ölenin olumlu karakterlerinin anıldığı ağıtların söylenmesidir. Sosyal psikolojinin bakış açısından ele alındığında ölenin arkasından ağıt yakmak yaşanan üzüntüyü ifade etmek için hemen her toplumda görülen davranışlardandır. “Ağıt geleneği antik Yunan, Çin, Mısır, Arap ve Türk toplumlarında var olmuştur. Kadınlar yüzlerini tırmalar, yanaklarını kanatır, saçlarını yolar ve göğüslerini yumruklarlar. O yüzden kadınların katılımı kısıtlıydı. Altmış yas üstü kadınlar taziye merasimlerinde yer alabilirlerdi. Altmış yaş altı kadınların sadece yakın aileden olanlarına izin verilirdi. Kadınların sesli ağlamaları ve bağırmaları yasaktı. Erkeklerin katılımı kısıtlı değildi. Diğer yandan erkekler kıyafetlerine kül döker, yerde yuvarlardı, saçlarını yolarlardı.” (Şahin’den aktaran Bilgili, 2010).
"Çadırın kapısına gelir gelmez yüzlerini bıçakla keserler,
böylece gözyaşlarıyla birlikte kanın aktığı görülür. “
Pien-i-Tien
Eski Türklerde yas gösterilerindeki şiddetin varlığı bugün halen kendini göstermektedir. “Türk halklarında matemin başlıca belirtileri arasında yanıp yakılmalar ve üstünü başını yırtma, deride kesikler açma uygulamaları vardır. Birinci türden olan gösteriler zorunludur ve ikinci türden olanlarla eşleşir ya da eşleşmez, bu noktayı Çinli kronikçiler de saptamıştır: Kırgızlarda yüzler kesilmez, cesedin çevresinde dönmekle yetinilir.” (Dor, 2011). Ağıt ölüm karşısında bir acı çığlığıdır ama aynı zamanda tevekkülü de ifade etmelidir bu yüzden eski Türklerdeki yas gösterilerinin şiddetine İslam etkisiyle bazı düzenlemeler getirilmiş, İslam’ın desteklediği tevekkül kavramına aykırı olan törelerdeki aşırılıklar törpülenmiştir. Bu bağlamda kadınlar “fazla yüksek ses olmama ve Allah’a karşı gelmeme” koşuluyla ve yalnızca kocalarını, oğullarını ve genç yaştaki erkek kardeşlerini kaybettiklerinde ağlayabilirlerdi.
Cenaze törenlerinde giyilen kıyafetlerin rengi kültürden kültüre farklılık göstererek siyah ya da beyaz olabileceği gibi yas sürecinin Türk toplumunda direttiği farklı uygulamalardan bir diğeri de gündelik kıyafetlerin ters giyilmesi şeklindedir. “Yeni bir elbise alamayacak kadar yoksul olanların maddi durumları sıklıkla onları bu davranışa zorlamaktadır. Yas tutan Türk kadınları basitçe işliklerini ters çevirirler. Başları ak çemberle sarılır ve böylece baştan ayağa aka bürünmüş olurlar. Giysi hangi renkte olursa olsun ters çevrilmesi geleneğine başka Türk halklarında da rastlanılır. Kazak ve Kırgız kadınları ağıt yakıp dövünürken yüzleri duvara dönük otururlar ve giysilerini ters çevirirler. Bugün bile Türkiye’de örneğin Kars’ın Yemençayır Köyü’nde kadınlar ölümün 52. gününe kadar elbiselerini ters giyip, başlarına kara başörtüsü bağlarlar.” (Tryjarski, 2012)
Sonuç olarak, görüyoruz ki ölümden sonra gerçekleştirilen ritüel ve seremoniler de tıpkı ölüm gibi evrenseldir ve kendi aralarında sosyo-kültürel faktörlere bağlı bazı değişiklikler gösterseler de geleneksel ve kültürel unsurlardan da beslenerek şekillenmiş olan bu eylemlerin hepsinin özündeki anlam ve amaç birdir: Yaşam yolculuğunun bitiş çizgisi olan ölümü manalandırma.
Yaşam devam ettikçe ölüm de gizemini ve bilinmezliğini koruyarak peşi sıra takip edecek yaşamı. Ve törenler de… Ve ritüeller de…
KAYNAKÇA:
- Bilgili, A.E. (2010). Rituals of Condolonce as Sociological Dimension of Death. Cases from East ad South-East Anatolia. İstanbul: The Isis.
- Conklin, B.A., (2004). “Thus are Our Bodies, Thus was Our Custom” Mortuary Cannibalism in an Amazonian Society. Antonius C. G. M. Robben (Ed.), Death, Mourning and Burial. A Cross-Cultural Reader içinde (s. 238-262). Oxford: Blackwell.
- Dor, R. (2011). Türk Çobanının Ünlemeler. Ölülere Ünlemeden Atları Çağırmaya. Gilles Veinstein (Ed.) Osmanlılar ve Ölüm içinde (s. 53-73). İstanbul: İletişim.
- Eldem, E. (2005). İstanbul’da Ölüm. Osmanlı-İslam Kültüründe Ölüm ve Ritüelleri. İstanbul: Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi.
- https://www.sabah.com.tr/galeri/dunya/oluleri-mezardan-cikarip-giydiriyorlar/15
- Kerrigan, M. (2007). The History of Death. Burial Customs and Funeral Rites, from the Ancient World to Modern Times. United States: The Lyons Press.
- Robben, A.C.G.M. (Ed.) (2004). Death, Mourning, and Burial. A Cross-Cultural Reader. Oxford: Blackwell.
- Rosaldo, R. (2004). Grief and a Headhunter’s Rage. Antonius C. G. M. Robben (Ed.), Death, Mourning and Burial. A Cross-Cultural Reader içinde (s. 167-178). Oxford: Blackwell.
- Tryjarski, E. (2012). Türkler ve Ölüm. İstanbul: Pinhan.