“İnsani durumunu ve onun sınırlarını bil, kutsal öç Nemesis önünde kendini aşırılıklarla ortaya koyma.”
Socrates
Kibir, açgözlülük, şehvet, kıskançlık, oburluk, öfke ve tembellik. Başta Hristiyanlık olmak üzere dinlerin birçoğunda kişiyi kendi yıkımına uğratan bu yedi ölümcül günahtan biri olan kibir içlerinde en yıkıcı olanıdır. Budist öğretilerde de aydınlanmanın on engelinden biri sayılan kibirin üst düzeydeki hubristik formu Yunan düşüncesinde oldukça önemi olan soyut bir kavramı simgeler. Hubris (kibir), Yunan tragedyasında kişiyi suça iten, yıkan ve en sonunda yok olmasına yol açan hadsizlik düzeyindeki hırs ve küstahça sergilenen gururu temsil eder. Ve hubris her seferinde Nemesis’in hiddetinden payını alır. “Kutsal intikamın aracı olarak Nemesis kibire, gururlanmaya ve her türlü aşırılıklara karşı savaştı.” (Comte, 2000) Tanrılar tanrısı Zeus’un aşığı olduğu söylenen pastoral tanrıça Nemesis felsefi bir kavram olmasının yanı sıra tanrısal bir varlık olarak canlandırılır. Neredeyse bütün dinlerde günahların anası olan kibir Yunan tragedyasında da kahramanın düşeceği en büyük hatadır ve Nemesis tarafından cezalandırılır. “Kavram olarak Nemesis tanrısal öcü simgeler, kimi zaman Erinyslere karışır, ama çokluk insanlarda ölçüsüzlüğü, kendine ve talihine aşırı güveni cezalandıran varlık olarak gösterilir.” (Erhat, 1997)
Mere Christianity adlı eserinde C. S. Lewis (2012) kibiri şeytanla özdeşleştirmiştir.
“Zina, öfke, açgözlülük, ayyaşlık; Kibirle mukayese edildiğinde bunların hiçbiri bir pire ısırığından öteye gitmeyecektir. Şeytanı şeytan yapan Kibirdir; tüm kötülüklerin anası olan Kibir bütünüyle Tanrı karşıtı bir ruh halidir.” 8. yüzyıl Karolenj (Carolingian) İmparatorluğu dönemindeki kilise militanları da (ecclesia militans) boş kibir ve küstahça sergilenen gururu şeytanın bir özelliği olarak atfetmiştir: ‘Pompa diaboli est pompa mundi, id est ambitio, arrogantia, vana gloria’ (Cihanın ihtişamı, yani, ihtiras, kibir ve kendini beğenmişlik, şeytanın gösterisidir). Yedi ölümcül günah orta çağ müziğinde de sıkça işlenmiş bir tema. Philip the Chancellor’un günahları anlattığı Veritas equitas adlı eserinin üçüncü kıtasında kibir bir kez daha günahların en büyüğü olarak tanımlanmıştır (Newhauser & Ridyard, 2012):
De superbia Kibirden
Livor, odia, Kıskançlık ve nefret doğar.
Tria vitia Bu üç kötülük
Trahunt omnia. Diğer tüm günahları ortaya çıkarır.
Thomas Aquinas’a göre altıncı derece tevazu kibirin aksine kendini çevresindeki herkesten daha alçak ve değersiz görmektir. (Newhauser & Ridyard, 2012) Bu durumda gururun en alt çizgisinde benlik yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalırken sakıncalı üst çizginin aşılması halinde hubris tuzağına düşmek kaçınılmazdır. Gururun neden ve hangi noktada kontrolden çıkarak hubrise dönüştüğü sorusunun cevabı çok net olmamakla beraber statüdeki yükselişle beraber cezbeden uyaranların artması kişiyi yoldan çıkardığı yadsınamaz bir gerçek. Geçmiş tarihten bu yana büyük liderlerin birçoğunu etkisi altına alarak “tanrısal ego” oluşumuna yol açan Hubris Sendromu büyük yenilgi ve yıkımlara sebep olmuştur. (Örn: Napoleon Bonaparte’ın önlemez kibiri sonucu yürüttüğü Rus kampanyası ve buna bağlı olarak gelişen Fransız İmparatorluğu’nun trajik çöküşü.) Gerçeklikten kopuşu temsil eden hubrisin kurbanı olan kişinin gözü adeta körleşmiştir. Öyle ki bulunduğu noktada hesap vereceği/muhatap olacağı tek merciinin tanrı olduğunu düşünür. Kendisine atfedilen güçten dolayı intoksike olmuş liderin narsisistik özellikleriyle çakışan bu ruh halinde tıpkı narsisizmde olduğu gibi kişi sürekli iktidarda olmanın özgüveniyle kendini aşırı beğenir ve üstün görür.
“Teorisyenin, örgütçünün ve liderin tek bir kişide bir araya toplanması yeryüzünde görülen en nadir durumdur. Bu bileşim insanı büyük adam yapar.”
Adolf Hitler
Bu terimin, ortaya çıkışından bu yana siyaset ve iktidarla doğrudan bağdaştırılıyor olması hubrisin işleviyle alakalı bir gerçeği yok etmemelidir: Gururun hubristik yapıya dönüşme ihtimali olan tek meslek grubu politika değildir. Nitekim bu tehlike günümüz iş dünyasında da fazlasıyla mevcut. Üst düzey bir yöneticinin kibir sendromuna yakalanması az rastlanan bir durum değil. Buradan yola çıkarak kibir sendromunu yönetici ve yönetmek isteyenlerin hastalığı olarak da tanımlayabiliriz. Sınırsız ve hadsiz kibirin meydana çıkardığı bu “tanrısal ego”nun işleyiş biçimi Kroll, Toombs ve Wright (2000) tarafından son derece yalın ve anlaşılır bir şemaya dönüştürülmüş.
Figür 1: Hubris’in kaynak ve sonuçları
Narsisistik kişilik özellikleri ve uzun süren diktatörlük dönemlerinden kaynaklanan aşırı gücün yaratmış olduğu sarhoşluktan dolayı Hubris Sendromu’nun en iyi iki örneği olan Hitler ve Stalin’in halklarını yönetme tarzlarına bakıldığında içerdiği anlam bakımından oldukça paradoksal bir kavram olan gururun yararlı olduğu kadar son derece zararlı ve yok edici etkilerinin de olabileceği görülüyor. “Yapılan araştırmaların birçoğu gurur kelimesinin, temsil ettiği bu iki ayrı ucu göz önünde bulundurarak kavramsallaştırılması gerektiği konusunda ortak bir görüşe sahip:
- Hubristik ya da narsisistik yön (“kibirli” ve “burnu havada” kelimeleri ile tanımlanan)
- Özgün ya da başarıya dayalı olan yön (“kendinden emin” ve “tamamlanmış” kelimeleri tanımlanan)” (Tracy & Robins’ten aktaran Oliver, Robins & Pervin, 2010)
David Owen ve Jonathan Davidson, 2009 yılında Brain dergisinde yayınlanan ve son 100 yılın Amerika Birleşik Devletleri Başkanları ve İngiltere Başbakan profillerini inceledikleri makalelerinde Hubris Sendromu’nun bir kişilik bozukluğu olup olmadığını gündeme getirmişler. Hastalığın tanısı için maddeledikleri klinik özellikler ise şunlar:
- Dünyayı güç gösterisi ve zafer arayışı meydanı görme eğilimi.
- Kendini hep iyi gösterecek şekilde hareket etmeye yatkınlık. (Örn: İmajını zenginleştirmek için.)
- İmaj ve görünümle alakalı fazlasıyla endişe duyma.
- Gündelik etkinliklerden bahsederken tıpkı bir mesihe özgü bir tavır takınma ve aşırı heyecana meyil.
- Kendi bakış açısı ve çıkarlarını ulusun ya da kurumunki ile bir tutacak kadar kendini ulus ya da kurumla özdeşleştirme.
- Kendisinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsetme ya da kraliyet ailesine yaraşır bir tarzda “biz” diye söz etme.
- Kendi düşünce ve yargısına haddinden fazla güvenme ve başkalarının öneri ya da eleştirilerini küçümseme.
- Her şeye kadir olduğuna inanarak kendine abartılı bir şekilde inanç duyma.
- Sıradan mahkeme ya da kamuoyuna değil sadece tarih ve Tanrıya hesap vermekle yükümlü olduğu inancı.
- Hakkının korunup doğruluğunun kanıtlanmasının ancak bu üst iradenin yargısı tarafından sağlanacağına dair sabit inanç.
- Gitgide artan bir yalnızlığın eşlik ettiği, gerçeklikten kopuş.
- Huzursuzluk, kayıtsızlık ve dürtüsellik.
- Pratiklik, bedel ya da sonuçların değerlendirilme ihtiyacını ortadan kaldırmak uğruna izlenen yola/rotaya dair sahip olduğu “geniş vizyonuna” izin verme.
- Aşırı kendine güvenden dolayı politikadaki basit ayrıntılar konusunda endişelenmeme sonucu işlerin yolunda gitmediği kibirli yetersizlik
Owen ve Davidson’a göre bir kişiye Hubris Sendromu tanısı koymak için bahsedilen bu 14 maddenin üçünü sergilemesi yeterli. Theodore Roosevelt, Franklin D. Roosevelt, John F. Kennedy, Richard Nixon, George W. Bush, Winston Churchill, Margaret Thatcher ve Tony Blair bu çalışmada ismi geçen liderlerden bazıları.
Lider ya da yönetici olsun, Hubris Sendromu’na sahip olan bir kişinin tıpkı narsisizmde olduğu gibi hastalığıyla alakalı iç görüsü olmadığı için iyileşme talebi de olmuyor. Bu yüzden hastalığın tedavisi konusunda izlenen net bir yol henüz bulunmuş değil. Bu tür çıkmazlar mevcut olsa da hastalığın oluşumunu engellemek için bazı stratejiler var. David Owen, Hubris Sendromu’nu güç sahibi olmaktan kaynaklanan bir bozukluk olarak tanımlıyor. Dr. Ian Robertson’un The Winner Effect (2012) adlı kitabında savunduğu gibi güç ve başarının insan beyninde kimyasal değişiklikler yarattığı gerçeği de kabul edilirse sendromun henüz oluşmadan önüne geçilmesinin en etkili yolu hiç kuşkusuz bu güce bir sınır koymak. Bundan dolayıdır ki pek çok ülke politikasında bir liderin iktidarda kalma süreci maksimum on yılla sınırlanmıştır.
Hubris, kökeni mitolojiye dayanan yaşlı bir olgu olmasına rağmen psikiyatri ve psikolojinin tarihçesi göz önünde bulundurulduğunda Hubris Sendromu oldukça genç bir terim sayılır. Semptom ve dinamiklerinin Narsisistik Kişilik Bozukluğu, Anti-Sosyal Kişilik Bozukluğu, Histrionik Kişilik Bozukluğu ve Bipolar Bozukluk ile çakışması yüzünden bu hastalıklar üzerinden bazı parallelikler kurulsa da şimdilik bu rahatsızlıkla ilgili yapılmış bilimsel çalışmalar yok denecek kadar az. Toplum içinde ve siyasi arenada bu konuya dair farkındalık arttıkça bilimsel çalışmaların sayısı da artacak ve yaşam var olduğundan bu yana karşısına çıkan her şeyi kontrolü altına alabilen insanoğlu sahip olduğu gücü de dizginleyebilecek ve onun o baş döndüren, yok edici esaretinden kurtulabilmeyi elbette ki becerecektir!
Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır.
John Dalberg-Acton
KAYNAKÇA:
- Comte, F. (2000). Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Zed.
- Erhat, A. (1997). Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Remzi.
- Kroll, M. J., Toombs, L. A. & Wright, P. (2000). Napoleon’s tragic march home from Moscow: Lessons in hubris. Academy of Management Executive, 14 (1), 114-128.
- Lewis, C. S. (2012). Mere Christianity. Londra: Harper Collins.
- Newhauser, R. G. & Ridyard, S. J. (Ed.) (2012). Sin in Medieval and Early Modern Culture. The Tradition of the Seven Deadly Sins. Suffolk: York Medieval.
- Oliver, P. J., Robins, R. W. & Pervin, L. A. (Ed.) (2010). Handbook of personality: theory and research. New York: Guilford.
- Owen, D. & Davidson, J. (2009). Hubris syndrome: An acquired personality disorder? A study of US Presidents and UK Prime Ministers over the last 100 years. Brain. Oxford Academic. doi.org/10.1093/brain/awp008.
- Robertson, I. (2012). The Winner Effect. How Power Affects Your Brain. Londra: Bloomsbury